1960'lı yıllarda, bir köylü çocuğu olarak dünyayı tanımaya çalıştığımız yatılı öğretmen okulu yıllarımızda, dilimizden düşmeyen popüler şarkılardandı.

Rahmetli Fecri Ebcioğlu'nun 1961 yılında şarkının orijinal Fransızca müziğine sözler yazdığı, usta sanatçı İlham Gencer'in de uyarlamasını yaptığı bir şarkıydı.

'Bak bir varmış bir yokmuş eski dünlerde/ Tatlı bir kız yaşarmış Boğaziçi'nde…'

Son günlerde Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşananları ilk duyduğumdan beri bu şarkı dolaşıyor dilimde.

Son aylarda Türkiye'de ve dünyada öyle ucube şeyler yaşanıyor ki bilincimiz sıkça eski günlere kayıyor.

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ'NDE NELER OLUYOR?

Boğaziçi Üniversitesi ya da kısa adıyla 'BOUN', Türkiye'de bir devlet üniversitesi. BOUN, Yükseköğretim Kurumları Sınavları'nda en yüksek puanları alan öğrenciler tarafından tercih edilen üniversitelerden biri. En iyi on Türk üniversitesi sıralamasında üçüncü sırada yer alıyor.

İşte bu nadide üniversiteye geçen hafta yeni bir 'kayyum rektör' atandı. Tartışmalar ve olaylar da ondan sonra başladı. Çünkü yapılan işlem kendi içinde büyük çelişkiler taşıyor.

Yapılan rektör ataması, mevcut tek adam sistemi yasalarının kılıfına uygun… Ancak hukuk ve bilim kurallarına tamamen aykırıdır. Yerleşik akademik kurallara ve geleneklere göre ise böyle bir atama mümkün değildir.

Çünkü dünyanın her yerinde 'üniversite' deyince akla önce; 'bilim, hukuk, liyakat, akademik kuramlar ve özgürlükler' gelir. Ama bizim ülkemizde son yıllarda akla önce 'saray' geliyor.

Türkiye'de üniversite özgürlüklerine (ve rektör seçimlerine) karşı ilk darbe '12 Eylül'de yapıldı. 1990'lı yıllarda yapılan bazı olumlu düzenlemeler ise AKP iktidarları sürecinde aşamalı bir biçimde tamamen yok edildi. Sanki kurbağanın yavaş yavaş ısıtılarak haşlanmaya alıştırılması gibi…

Bugün Türkiye'deki üniversitelerde bulunan 196 rektörden, 68'inin uluslararası hiç bir yayını olmadığı, 71 rektörün de aldığı atıf sayısının sıfır olduğu biliniyor.

Evet, bu ülkede bir zamanlar 'üniversiteler' vardı. Şimdi biz bu üniversiteler 'medrese sistemine dönüştürülmeye çalışılıyor.' Dönüştürülemeyenler de (Boğaziçi örneğinde olduğu gibi) 'terörist' diye yaftalamıyor.

Türkiye demokrasi tarihinde her zaman demokratik üniversite mücadelesiyle demokratik Türkiye mücadelesi birlikte yürümüştür. Bu nedenle tüm duyarlı yurttaşlar olarak, demokrasi mücadelesini yükselten Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin, öğrencilerinin ve mezunlarının haklı mücadelesinin yanında olmak durumundayız.

AMERKA'DA 'İYİ- KÖTÜ- ÇİRKİN' SAVAŞI

ABD'de geçen hafta Trump ve yandaşlarının yaptığı 'Kongre Baskını' bana bir Amerikan filmini anımsattı.

Anımsanacağı gibi 'İyi, Kötü ve Çirkin', ABD tarihinden kesitler sunan bir kovboy filmidir. 1966 yapımı olan bu film dünya sinema tarihinde en çok izlenen filmler arasında yer alıyor.

Sanki bugünkü ABD demokrasisinin nereden geldiğinin öyküsü olan bu filmdeki 'İyi' kendinden emin bir ödül avcısı, 'Kötü' verilen işi yerine getiren soğukkanlı ve kusursuz bir kiralık katil, 'Çirkin' ise Meksikalı aranan bir hayduttur. Filmin diğer karakterleri de hepsi birbirinden daha çıkarcı kişilerdir.

Eğer bu film yetmezse, 184 yapımı 'Bir Zamanlar Amerika' filmindeki 'gangsterlerin demokrasi savaşını (!)' da izleyebilirsiniz.

İşte tıpkı bu filmler gibi, geçen haftaki 'Kongre Baskını' da ABD'nin gerçek yüzünü ortaya koyan bir olgudur.

Türkiye'de Trump'ın kazanması için dua eden ve seçim istedikleri gibi sonuçlanmayınca şaşkınlıklarından ne yapacaklarını şaşırıp hukuk reformları yapacaklarını ilan edenler, şimdi demokrasi havarisi kesilmekteler…

Oysa Amerika'daki olayın şakaya gelir yanı yoktur. 6 Ocak günü Kongre binasının basılması, günümüzde faşizmin ulaştığı cüreti gösteriyor.

Çünkü bilim ve demokrasi öğretisinin ortaya koyduğu gibi, 'Irkçı ve dinci faşizm için 'iktidar' olmak bir zorunluluktur.'

ABD'de şimdilik, Trump faşistinin iktidara gelme yolunun başarısızlığa uğraması, seçim ve parlamento usulünü benimsemiş bütün milletler tarafından memnunlukla karşılanmıştır. ABD'deki son gelişmelerden Türkiye demokrasi güçlerinin de alacağı dersler vardır…

ÜLKEMİZDE BİR ZAMANLAR '10 0CAK' VARDI

10 Ocak 1961 tarihinde kabul edilen '212 Sayılı Yasa', basın mesleğinde 'çalışanlara' çok önemli haklar kazandırmıştı. Hatta böyle bir yasanın çıkmasına tepki gösteren 'gazete patronları' üç gün boykot yaparak gazetelerini çıkarmamışlardı. İşte bu nedenle 'patronlar' ile 'çalışanlar' arasındaki farkı vurgulamak için, yasanın çıktığı güne '10 Ocak Çalışan Gazeteciler Bayramı' adı verildi.

Bugünün Türkiye'sinde ise çalışan gazeteciler için '10 Ocak' artık bayram da değil, tam bir 'utanç günü'dür.

Basın özgürlükleri konusunda 'Türkiye'yi dünya şampiyonu(!) yapan ortadaki kapkara gerçekler' başta gazeteciler olmak üzere tüm duyarlı yurttaşları utandırıyor…

Ama her şeye karşın 10 Ocak tarihi, 'basın çalışanlarının sorunlarının irdelenmesi ve toplum içindeki saygın duruşlarının korunması için bir mücadele ve dayanışma günü' olarak sahip çıkılması gereken önemli bir gündür.

'Gazeteciler' için bu konuda önemli bir sorumluluk da çeşitli ayrıştırmalara karşı 'meslek birliğini korumak ve geliştirmek' olmalıdır.

Yirmi beş yıldan beri sürdürmekte olduğum 'köşe yazarlığı' dolayısıyla basın çalışanlarını ve sorunlarını yakından tanıma fırsatım oldu. Bu bağlamda, tüm basın çalışanlarının bu özel günlerini kutluyorum.

***

Sözün özü, dünyada ve ülkemizde iki lanet salgın birbirlerini tetikleyerek azgınlaşıyor. Bu nedenle mutlaka 'Covid- 19'a karşı 'bilim aşısı', diktatörlük salgınına karşı da 'demokrasi aşısı' olmak zorundayız.'

İnsanlık, sağlık yaşam ve sağlıklı demokrasi mücadelesini birlikte yürütmek durumundadır.

Bu konuda Martin Luther King 'Beni kötülerin zulmü değil, iyilerin sessizliği korkutuyor…' demişti.

J. Paul Sartre ise 'Umutsuzluk, insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastlerin en korkuncudur' diyor.

Sağlıkla, bilimle, demokrasiyle, azim ve kararlılıkla, birlikte…