Bundan önce (2004 yılından bu tarafa) yazdığım birkaç yazıda aynı başlığı kullanmıştım...
Çünkü,
Ne zaman ayrımcılık, ırkçılıkla ilgili düşünsem...
İnsanın gerek doğuştan gelen farklılıkları,
Gerek kendi iradesiyle sonradan yaptığı tercihler, değerlendirilip 'kategorileştirilmesi' bana hep, Jean-Paul Sartre'ın bu sözü anımsatır...
Eskişehir Barosu'nun geçtiğimiz günü,
Gazetecilerle bir araya gelip imzaya açtıkları ve gazetecilerin de imzaladıkları 'Ayrımcı Dili Terk Et' projesinin haberini okuyunca, yine ayrı cümleye dönemeden edemedim...
'Cehennem başkalarıdır...'
***
Elbette Eskişehir Barosu'nun projesindeki temel amaç, Satre'da olduğu gibi felsefi değil, sosyolojik...
Yani toplumsal...
Yaşarken, bir çoğumuzun şu ya da bu şekilde karşı karşıya kaldığımız,
Bir çoğumuzun isteyerek, istemeyerek, farkında olarak ya da olmayarak, diğer insanları tanımlarken kullandığımız (aslında aklımızdan geçen) bir dil yok mudur?
Bu ayrımcı dili yalnızca gazeteci kullanmaz...
Siyasetçi kullanır, bürokrat kullanır, sanatçı kullanır, herkes kullanır...
Çünkü, genlerinde yazılı bir şifre gibidir...
O şifreyi değiştirmeyi düşünmez, zira o şifrenin ne olduğunu da tam olarak biliyor değildir...
Örneğin gerekçe kadın olmak değildir...
Öyle olsaydı,
Ayrımcı dili yalnızca erkekler kullanıyor olurdu...
Kadınlar kendileri haklarında kullandıklarında da bu artık 'ayrımcı' bir dil olmaktan çıkardı...
Gerekçe etnik köken de değildir...
Çünkü her etnik kökenden insan, gerektiğinde kendisiyle aynı etnik kökenden olmayan insan için bu dili kullanmaktadır...
Irk temelinde bakarsanız da dini açıdan bakarsanız da durum aynıdır...
Öyleyse,
Ayrımcı dil' bir insan cinsinin karşı cins için kullandığı dile indirgenemez...
Öyleyse biz ayrımcı dili,
Farklı gruplar için değil,
Kendimizden başkaları için kullanıyoruz...
***
Jean Paul Sartre'ın bu tanımlaması, yazdığı 'Gizli Oturum' tiyatro oyunuyla literatüre giriyor...
Sonrasında gündeme o kadar farklı değerlendirmeler giriyor ki, sonunda 'neyi söylemek istediğiyle ilgili' açıklama yapmak gereği duyuyor...
Gelin o açıklamayı okuyalım...
' Ancak bu noktada daha genel endişeler bulunuyordu ve ben oyunda bana sunulan durumdan daha fazlasını göstermek istedim.
Söylemek istediğim şey 'Cehennem başkalarıdır' idi.
Ama 'Cehennem başkalarıdır' hep yanlış anlaşıldı.
Başkalarıyla olan ilişkilerimizin her zaman zehirli olduğunu, onların her zaman cehennemi ilişkiler olduğunu kastettiğim zannedildi.
Oysa demek istediğim bambaşka bir şey.
Demek istediğim, eğer başkalarıyla olan ilişkiler çarpık ve kirli ise o halde başkası ancak cehennem olabilir.
Neden mi?
Çünkü temelde diğer insanlar, kendi hakkımızdaki fikrimizin oluşum sürecinde en önemli yeri işgal ederler.
Kendimizi düşünürken, kendimizi tanımaya çalışırken temelde başkalarının bizimle ilgili halihazırda sahip olduğu bilgileri kullanırız.
Kendimizi, başkalarının sahip olduğu, kendimizi yargılamamız için bize verdikleri araçlarla yargılarız.
Kendimle ilgili ne söylersem söyleyeyim, her zaman başkalarının yargısı buna dahildir.
Bu da demek oluyor ki eğer ilişkilerim kötüyse kendimi tamamen başkalarına bağımlı kılarım.
Ve böylece gerçekten de cehennemde olurum.
Ve dünyada başkalarının yargılarına fazlasıyla bağımlı oldukları için cehennemde olan çok fazla insan var.
Ancak bu hiçbir şekilde başkalarıyla ilişki kuramayacağımız anlamına gelmez.
Bu sadece diğer herkesin her birimiz için ne kadar önemli olduğunu gösterir.
***
'İkinci olarak söylemeye çalıştığım şey şu ki,
Gizli Oturum'da göreceğiniz üç karakter bize benzemez...
Çünkü bizler hayattayız, onlar ölü...
Elbette 'ölü' burada bir şeyi temsil ediyor...
Şurası kesin ki pek çok insan, kendi kendileri hakkında acı çektikleri ama değiştirmeye bile yeltenmedikleri yargılara sahip oldukları bir dizi alışkanlıkla, gelenekle kabuk tutmuştur, söylemeye çalıştığım şey bu...
Ve bu insanlar, ölüler gibidirler...
Endişelerinin, kaygılarının ve geleneklerinin çerçevesini kıramadıkları için çoğu zaman onlara yüklenen yargıların kurbanı olarak kalırlar...
Bu noktadan sonra, onların korkak ya da kaba oldukları aşikardır...
Korkak olmaya başladılarsa, artık hiç bir şey onların korkak olduğu gerçeğini değiştiremez...
Onlar bu yüzden ölü ve bu, değiştirilmesi istenilen yargıların ve eylemlerin bitmez tükenmez kaygısı ile çevrili olan 'yaşayan ölü' tanımlamasının kurmanın yoludur...
Öyle ki gerçekte hayatta olduğumuz için, absürt kavramı ile özgürlüğün bizim için önemini, yani eylemleri başka eylemlerle değiştirmenin önemini göstermek istedim...
Hangi cehennem çemberinde yaşarsak yaşayalım, bence onu kırmakta özgürüz...
Ve eğer insanlar onu kırmazsa, orada kalıyor olmaları da özgürcedir, cehenneme gitmelerinin özgürce olması gibi...'