Her ne kadar Türkiye, 'Saraydan verilen talimatlarla 'Anormal Normalleşme' sürecine girse de'; dünyamızda Covid- 19 salgınının getirdiği sorunlar sürüyor…

Görünen o ki, salgın sürecinin bundan sonrasında, bilimin ortaya koyduğu altın kurallar ile 'muktedirlerin gönüllerinin razı olduğu icazetler (!)' yarışacak…

Yaklaşık altı aydan beri tüm dünyada 'içine dönük' yaşamak zorunda kalan insanlar (ve onların devletleri), şimdi öncelikle 'öz değerlendirme' yapmaya çalışıyorlar.

Ve bilimin altın kuralları, bu öz değerlendirme işinde 'abartma/ küçümseme, böbürlenme/ özgüven yitirme' gibi sapkınlıklara kulak asmıyor…

Örneğin bu konunun altın kuralları olan 'maske' ve 'fiziksel mesafe' önemini koruyor. Ama 'Salgını fırsata çevirmeye çalışanların yaptıkları dalavereler bilim çuvalına sığmıyor…'

KESİT köşemizde, son üç aydan beri salgınla ilgili genel durumları sizlerle çokça paylaştık. Bugün, evde kaldığımız günlerle ilgili kendi özel durumlarımızı sizlerle paylaşmak; daha doğrusu sizlerle 'söyleşmek' istiyorum.

Virüse ve Kansere Karşı Omuz Omuza…

Bizcileyin hem ileri yaşlarını yaşayan hem de kronik rahatsızlıkları olanlar için, 'birilerinin gönül rızası için normale dönüş talimatı vermesinin…' hiçbir anlamı/ önemi yok. Yeter ki gölge etmesinler… Çünkü 'bilimden kazandığımız 65 üstü deneyimlerimiz' bize yolumuzu gösteriyor…

Ve o deneyimler bir şarkı gibi düşürüyor dilimize: 'Neyleyim sokağı neyleyim marketi/ İçinde salınan 'sağlıklı yaşam' olmayınca…'

Ama içimizdeki o derin deneyimlerin öteki yüzü, 'Toplumsal yaşamsız olmaz..!' diye haykırarak şarkıya yeni sözcükler ekliyor: 'Neyleyim Meclis'i, neyleyim sokağı/ İçinde salınan 'sağlıklı demokrasi' olmayınca…'

İşte üç aydan beri bizim #EvdeKal günlerimiz böylesine yoğun duygu ve düşünce dalgaları içinde geçiyor…

Aslında bizim evi Koronavirüs dalgasından önce, 'yeniden kemoterapi' dalgası sardı… 2020'nin '14 Şubat Sevgililer Günü' eşimin olduğu ikinci akciğer ameliyatından sonra, 5 Mart'ta bize verilen 'kemoterapi muştusu(!)', iç dünyamızda yoğun tsunami dalgaları oluşturdu…

İşte o günlerde ülkemizi ve dünyayı saran 'Covid- 19 dalgası', ilk anda sanki bizde 'alemle gelen düğün bayram…' duyguları yaratmıştı. Ama kısa sürede anladık ki aslında bize sunulan, 'Kırk katır mı istersiniz, yoksa kırk satır mı?' ikilemiydi…

Salgının kanser hastaları için yarattığı riskler bir yana, sağlık kuruluşlarında yaşanan 'panik ortamı', bizim kemoterapi işlerini iyice zora soktu. Çok önce başlaması gereken kemoterapi sürecimize ancak 30 Mart'ta başlayabildik. Üç haftada bir yinelenen kürlerimiz, temmuz ortalarında bitecek…

Kemoterapi süreci çok zor… Özellikle ilaç aldıktan sonraki bir hafta boyunca hastaya çok acı çektiriyor… Cancağızınız acıyla kıvranırken çaresiz kalmak ise tanımlanamaz…

Bazen 'bu kemoterapi bir ilaç mı, yoksa zehir mi?' diye ikircikleniyoruz. Ama kanser tedavisinde pozitif tıp biliminden başka alternatif olmadığı bilinciyle; azimle, kararlılıkla ve umutla yolumuza devam ediyoruz.

Bu ince ve uzun yolun, 'sağlık sistemimizden…' ve 'kronik hastalarımıza ve yakınlarına karşı sosyal ilişkilerimizde sergilenen davranış bozukluklarından…' kaynaklanan sorunları başka bir yazıya bırakıyorum.

Sözün özü, biz yaşamımızdaki virüs ve kanser sorunlarına karşı, bilim kuralları çerçevesinde umutlarımızı besleyerek direniyoruz. Eşimle, çocuklarımızla ve diğer yakınlarımızla omuz omuza vererek sürdürdüğümüz bu direnişte eşimin direnci ve azmi bize de güç veriyor…

Evdeki Havuzda 'Köşe' Yazmak…

#EvdeKal günlerimizde bizim evde bazı fanteziler geliştirdik. Örneğin ben 'cumartesi, pazar, pazartesi günleri havuza giriyorum…'

Yani 'Çalışma odamdaki havuz bölümünde, haftalık 'köşe' yazıma dalışlar yapıyorum…'

'Yirmi beş yıldan beri sürdürmekte olduğum 'köşe yazıları' acaba okurları nasıl etkiliyor?' diye hep merak ederim...

Ama artık yaşamımın bir parçası olan bu yazma işinin, 'benim toplumsal ilişkilerimin canlı kalmasını ve bilgilerimin tazelenmesini sağladığını…' çok iyi biliyorum.

Dahası, yazma işi bana: 'Okumadan yazılamayacağı, okumanın yazma gereksiniminden kaynaklandığı ve yazılmayan şeylerin (bilgi, duygu, düşünce) hiçbir anlamının/ değerinin olmadığı…' gibi gerçekleri de öğretti/ öğretiyor.

'Ülkemizde yazanlara kem gözle bakılması…' bu işin temel gerçekliğidir.

Yazma işinin bir başka gerçeği de 'mutlaka başkaları tarafından okunması ve paylaşılması' gerektiğidir… 'Ülkemizde okuma paylaşımının düşük olması' da bu işin bir başka zorluğudur.

Bazen düşünüyorum da, ben evimizdeki küçücük havuzda köşe yazmak için bu denli uğraşırken, 'koskoca medya havuzlarında 'köşe olmak' kim bilir ne zordur?...'

Denizin Dibinde 'Kitap' Aramak…

#EvdeKal uygulamasının 'salı, çarşamba, perşembe, cuma günlerinde de 'denize' dalıyorum…'

Uzun süredir düşünüp durduğum 'Demokratik öğretmen örgütlenmesinin Eskişehir boyutunu kitaba dökmek…' işi, #EvdeKal günlerinde epeyce yol aldı.

Konunun bizim evdeki küçük denizine dalarak; '30- 50 yıl öncelerinden bilgiler, belgeler ve yorumlar süzmek' insanı çok güzel yoruyor… Arşiv ve canlı kaynak kısıtlığı gibi engeller, insanın bu güzel yorgunluğunu daha da tetikliyor…

Demokratik öğretmen örgütlenmesi açısından önemli bir deniz olan Eskişehir'de, gün ışığına çıkarılacak ve tarihe kayıt düşülecek o kadar çok güzellik var ki…

Onun için, O kitabı 2020 yılının sonuna kadar, O denizden çıkarmak için 'ailecek' seferber olduk. Çünkü O kitabın fırından çıkan taze kokusunu bir an önce duyumsamak istiyoruz…

Ve çünkü 'Doğal ve demokratik yaşamımızı acımasızca kemiren virüslere ve kanserlere karşı, omuz omuza olmamız gerektiği' o denli dayatıyor ki…

Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla, omuz omuza…