Salgın günlerinde, birçok ülkeye göre hastane olanaklarımızın nitelik ve nicelik olarak çoğundan daha iyi, daha hazırlıklı olduğu söylendikçe içimize su serpilir gibi oluyor.

Bu bilimsel/fiziksel gücümüzün yanında, sosyal bir gücümüz var ki, söz dinlersek eğer en etkili yöntem olabilecek gibi görünüyor:

Karantina, izolasyon ve tecrit…

Aynı şeylermiş gibi algılıyoruz ama birbirlerinden farklı uygulamalar aslında.

'Karantina'; hastalık şüphesi olanların, hasta kişilerle temas edenlerin, ya da temas ettiğinden şüphe duyulanların belirli bir süre (14 gün) sağlıklı kişilerle ilişkisini kesmek amacıyla yapılıyor.

'İzolasyon'; hastalık tanısı konan kişilerin, 14 gün süreyle sağlıklı kişilerden ayrı tutulması.

'Tecrit'; izolasyonun tersi, yani sağlıklı kişilerin ayrı tutulması anlamına geliyor.

Şu anda evlerinde kalmak zorunda olanların ekseriyeti; ne karantinada, ne de izolasyona tabi;

'Tecritteyiz tecritte!'

***

Son günlerde medyada konuşulanlardan öyle bir hale geldik ki, var olan üç kuruşluk aklımız da darmadağın oldu.

Yüksek ateş olur dediler önce, bazılarında görülmeyebilir diye eklediler.

Boğazda kaşıntı ve kuru öksürük olur, ama bazılarında olmayabilir, dediler.

Nefes darlığı yapar, ama bazılarında görülmüyor dediler.

Koku ve tat alamama, vücut kırıklığı, ishal, baş ağrısı gibi bilindik günlük semptomları sayanlar da oldu.

Maskeye gerek yok dendi; dönüldü maske mecbur edildi.

Anladığım kadarıyla, izlenecek yol tam olarak belirlenememiş.

En iyi niyetlileri bile, daha önce keşfedilmemiş bir adım ötesi bilinmeyen ormanda – sadece yöntemi bildiklerinden- bizlere kılavuzluk etmeye çalışıyor.

Kılavuz da önümüzde nelerin olduğunu bilmiyor aslında. Tek farkı ellerinde önceki tecrübelerin yol haritasının olması ve karşılaşacağımız hayvanat ya da nebatatı (!) tanıyor olmaları.

En azından adını koyabilir, bazıları gibi ebegümecine maydanoz demez!

Sosyo-psikolojiden ve iletişimden yeterince nasiplenmeyenler, beynindeki fırtınayı toplum karşısında dillendirip kahvedeki 'geyik muhabbeti'yle karıştırınca;

(Adını kim koyduysa, cuk oturmuş.)

Hepimiz 'koronayak' olduk!

***

Virüsün kapitalist sistem tarafından üretildiğini söyleyen, puslu ortamların komplo severlerine inanan da var, karşı çıkan da. O kadarını bilemem, ama toplumda bir korku salgını üretildiğini söyleyebilirim.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de, maskeli maskeli gezen, limon limon kokan 'psikolojik bir korku salgını' var.

Korku salgını devlete de bulaşmış gibi görünüyor.

Bir yanı ciddi, bir yanı son derece lakayt bir mücadele sürdürülüyor.

Maske üretiminin ve arzının sağlıklı yürümesini, denetim ve gözetimler yaparak halka eksiksiz ve ucuz iletilmesini sağlamak yerine,

Piyasada satılmasını yasaklayıp e-devlet aracılığıyla dağıtmaya çalışılıyor.

Yerel yönetimlerin onlarca yıldır uygulaya geldiği bağış kampanyalarına yasak getiriliyor.

Sonunun nereye varacağı belli olmayan tecrit kararlarını en uygunsuz saatlerde alınabiliyor.

Bu korkunun da, 'siyasi ikbal korkusu' olduğu hemen fark edilebiliyor.

***

Akşam olunca televizyon karşısına geçip o gün hastalanan ve ölen yurttaşların sayısının açıklanmasını bekler olduk.

Yorum içinse haber ajanslarının yandaş ya da muhalif vicdanlarına teslim olmuş durumdayız.

Eskiden birçok sosyal, ekonomik ve siyasi karışıklıklarda kontrolsüzce 'paranoyak' olurduk ya;

Şimdi ülkece 'koronayak' olduk.

***

İyi de, bunları bile bile korkudan ölelim mi?

Covit-19 salgını gelip geçer elbet; ancak bu koronayaklık delip geçer.

Önleminizi alın, evde kalın!

'Korkuya teslim olmak yok!'