Perişan Baba'nın şu iki kıta'sı da aşağı yukarı aynı mealdedir:

Evvel gelip Ali olan,

Sonra gelip Veli (Hacı Bektaş) olan,

Ebedi Ezeli olan,

Hak Muhammed Ali Hakk'dır.

Hacı Bektaş Veli Hakk'dır.

Perişan pes ol ebed kam,

Nefes bulsun bunda temam,

Evvel Ahir vesselam,

Hak Muhammed Ali Hak'dır.

Hacı Bektaş Veli Hak'dır.

Ayin-i Cem'lerde okunan nefeslerde ulûhiyeti dillendirilen yalnızca Hz. Ali ve Hacı Bektaş değildir. Hacı Bektaş'tan sonra Bektaşi evliyası arasına giren belli başlı büyük şahsiyetlerin de ulûhiyetleri ifade edilmiştir ki, Muhyiddin Abdal'ın Otman Baba hakkındaki nefesi bunun en güzel örneklerinden biridir.

Bütün bu menkıbe, nefeslerden bir sonuç çıkarılmak istenirse görülecek olan şudur: Ana inanç, Allah'ın önce Âdem Peygamber olarak yeryüzünde göründüğü, sonra sırasıyla öteki büyük peygamberlerin (Şit, İdris, Nuh, İbrahim vb.) bedenlerine hulul ederek en son Hz. Muhammed'de zuhura geldiğidir. Hz. Muhammed'den Hz. Ali'ye, ondan evladına hulul eden Allah, daha sonra Şiilik tarihinin büyük isimlerini dolaşmış ve Hacı Bektaş'a gelmiştir. Hacı Bektaş'tan sonra ise, Bektaşiliğin takdis ettiği bütün büyük evliyayı dolaşarak onların vücutlarına hulul etmiştir. Bu hüviyetiyle bu telakkiye 'Tecessüd', yani Allah'ın bir insan vücudunda cesetlenmesi de denilebilir. Otman Baba'nın sözleri tam bir tecessüd örneğidir.

Hulul inancının İran'da Ehl-i Hakklarda da Anadolu'dakine benzer niteliklere sahip bulunduğu görülmektedir. Ehl-i Hakklara göre, Cenab-ı Hakk tanınmamaktan sıkıntı duyan bir tanrıdır. Tanınmayı istediği için çeşitli çehrelerde görünmek arzusundadır. Bu sebeple bazen, Hz. İsa gibi bakire bir anneden, bazen Fatıma b. Esed gibi görünüşte Ebu Talib'in karısı olan bir kadından Hz. Ali olarak doğar. Doğuşu daima fevkaladeliklerle doludur. Anlaşıldığı üzere, Allah'ın ruhu her insanın bedenine hulul etmez. Onun hulul edeceği bedenin hem maddi hem manevi bakımdan her türlü noksan, kusur ve kötülüklerden arınmış olması lazımdır. Böyle insanlar az olduğu için tam hulul ancak Hz. Ali'de olmuştur.

Allah bir bedene hulul edeceği zaman, dört büyük melek (Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail) bu ideal bedeni aramaya koyulurlar. Sonunda bir takım işaretlerden o bedenin barındığı ev bulunur. Böylece Allah o evde doğacak çocuğa hulul eder. Ehl-i Hakklar bu suretle Allah'ın girdiği o vücuda Şah-mihman veya Huda-mihman, yani Allah'ı misafir eden beden adını vermektedirler. Bazen Allah Hz. Ali'de olduğu gibi bütün hüviyetiyle bir bedene hulul etmeyebilir. Bu takdirde ya fiilleri ile ya sıfatları ile veya zatı ile tecelli eder. Ama bunların üçünün bir arada bulunduğu bir beden Hz. Ali'den sonra gelmeyecektir. Bu itibarla, Hz. Ali'den sonra Allah'ın hulul ettiği hiçbir beden tam hulule mazhar olmuş değildir.

Havada Uçma (Levitasyon)

Eflaki'nin kaydına göre Mevlana da zaman zaman göklerde uçuyor, yedi kat semayı dolaşarak oralarda olup bitenleri görüp geri geliyordu. Pir Sultan'a ait bir nefeste Hz. Ali'nin de havada uçtuğu terennüm edilmektedir.

Menakıb-ı Hacı Bektaş Veli, Vilayetname-i Hacım Sultan ve kısmen Vilayetname-i Otman Baba'da, Demir Baba Vilayetnamesi ve Veli Baba Menakıbnamesi'nde Hz. Ali ve Oniki İmam kültünden başka herhangi bir motife rastlanmaması, diğerlerinde bu konuda tek satır dahi bulunmaması altı çizilecek bir husustur.

Hızır-Ali Senkretizmi

'Hızır' kelimesinin İslami kaynaklarda isim olarak değil, bir lakap kabul edildiği, ancak pratikte adı yerine kullanıldığı anlaşılıyor. 'Yeşil' anlamına gelen bu lakabından dolayı Hızır'a Şiilikte üstün bir mevki tanınmıştır. Zira bilindiği üzere yeşil renk hem genel olarak İslamın dinsel rengi, hem de Hz. Ali sülalesinin ve dolayısıyla Şiiliğin mukaddes rengidir. 12. İmam Mehdi de bu inanç içinde 'Beyazlı Denizi'nin ortasındaki Yeşil Ada'da oturmaktadır.

XVII. yüzyıl Osmanlı devlet adamı ve müelliflerinden Köprülüzade Numan b.Mustafa eserinde Hızır'ın ölmezliğini kanıtlamaya çalışmıştır. Hızır'ın ölümsüzlüğünü savunan görüşlerin dayanakları şunlardır;

1- Zulkarneyn'in Hızır'la beraber Hayat Çeşmesi'ni aramasını anlatan efsanenin çeşitli versiyonları.

2- Hızır'ın Hz. Âdem döneminde hayatta olup, Nuh Tufanı'ndan sonra o zamana kadar korunun Hz. Âdem'in cesedinin defin töreninde bulunduğu, bunu yaptığı için Allah'ın, ömrünü kıyamete dek uzattığı, sonraki pek çok peygambere musahiplik ettiği, hatta Hz. Muhammed'le buluştuğu, üstelik Hz. Muhammed'in defni esnasında bile hazır bulunup Hz. Ali ile de görüştüğü vb. şeklindeki sayısız rivayetler. Hızır'ın yaşadığına inanılmasının ilahiyat açısından önemli bir yönüne dokunmamız gerekiyor. Bu da Şiilikteki Hızır'ın yeri ve önemi sorunudur. Bilindiği üzere Şiilikte Hızır'ın Sünniliktekinden apayrı bir durumu vardır. Özellikle 12 İmam (İmamiyye) Şiiliğinde Hızır'ın sağ olduğuna kesinlikle inanılmaktadır. Örneğin rivayete göre, Hz. Ali'nin vefatında gelip cenaze törenine katılmış ve Ehl-i Beyt'e başsağlığı dilemiştir. Hz. Hüseyin şehid olduğunda arkasından mersiye okumuştur.

Şiilikte Hızır'ın sağ olduğuna bu derece kuvvetle inanılması, belli ölçüde 'İmam' kavramının mistik yönüyle ilgili görünmektedir. Şöyle ki: Nasıl Hz. Musa ve Hızır ilişkisinde birincisi şeriatı, öteki batını temsil ediyorsa, ilk İmam Hz. Ali ile Hz. Muhammed de aynı çerçeve içinde değerlendirilmektedir. Yani Hz. Muhammed'in batını temsil eden Hızır'ı, Hz. Ali'dir.

H. Corbin'in naklettiğine göre, Şiilerin elindeki Hz. Ali'ye izafe edilen meşhur hutbelerden birinde, yaratılıştan bu yana, yeryüzündeki çeşitli din mensupları arasında Hz. Ali'nin hangi isimler altında göründüğünü anlatan bir parça bulunmaktadır. Bu parçada da Hz. Ali Hıristiyanlara hitaben, 'Ben İncil'de adına İlya denilen kişiyim' demektedir. Burada Ali adıyla İlya, daha doğrusu Eli arasındaki benzerlik gözden kaçırılmamaktadır. Çünkü bu şekilde Hz. Ali'nin Eli (İlya) olduğuna dikkat çekilerek, Hızır ile İlya'nın aynı kişi olduğu hatırlanırsa, Hz. Ali'nin Hızır olduğu vurgulanmak istenmiştir.

Şiilikte Hızır'ın hayatta olmasına verilen bu önemin, aslında bu mezhepteki Mehdi anlayışı ile de derin ilgisi olduğu anlaşılmaktadır. Zira (Mehdi bekleme ümidinin), Hızır (Hz. Ali) gibi bir ebedi şahsiyet kavramı ile ne ölçüde takviye göreceği açıktır. Hızır, bütün umut ve olanakların tükendiği, çarelerin sona erdiği durumlarda yardıma çağrılan ve çağrıldığında da mutlaka geleceğine inanılan, sonsuz güce sahip semavi bir kurtarıcıdır. Türkçedeki 'Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez', 'Hızır gibi yetişti' vb. atasözü ve deyimler, hep bu halk inancının bir ifadesidir. Bu itibarla Hızır'ın bütün İslam uluslarının folklorlarındaki en canlı, en maruf sima olup, özellikle Türkler içinde Hz. Muhammed ve Hz. Ali'den sonra en çok bilinen bir kimlik olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. O kadar ki, bugün bazı folklor araştırıcılarının tespitlerine göre, Anadolu Türklerinin büyük bir çoğunluğunun, Hızır veya Hızır İlyas'a inandığı, yardımını sağlayacağından mutlaka emin olduğu ileri sürülmektedir. Hatta hayatta hiç olmazsa bir defa, başına gelen bir felaketten, Hızır aracılığıyla kurtulduğuna veya Hızır sayesinde bir nimete, bir mevkie eriştiğine inanmayanın, hemen hemen yok denecek kadar az olduğu da belirtilir. (Devam Edecek)