ANILARLA TÜRK'ÜN ATASINI ANARKEN

Siz Napoleon'a Benziyorsunuz

General Tousend 12 Haziran 1922'de Adana'ya gelmişti. Kendisine o dönem istihbaratta çalışan deniz yüzbaşılarından Cemil, refakat subayı olarak tayin edilmişti. General bir gece Adana'da Bursa Oteli'nde kaldı. Ertesi gün özel trenle Konya'ya geçti. O günün akşamı Akşehir'deki karargahından gelen Mustafa Kemal'e takdim edildi. Bu buluşmanın ikinci akşamı Mustafa Kemal'le Tousend görüşmelere başladılar. Tousend görüşmeler sırasında kendisince yaptığı bir değerlendirmeyi Mustafa Kemal'e şöyle aktardı ;
' Siz Napoleon'a benziyorsunuz'.
Mustafa Kemal hemen bu görüşü reddederek şunları söyledi ;
' Napoleon arkasına bir sürü muhtelif milliyetteki insanları toplayarak macera aramaya çıktı. Bunun içindir ki yarı yolda kaldı. Ben ise bir anadan, bir babadan gelen kardeşlerimle kendi vatanımı kurtarmak davası yolundayım. Muhakkak başarılı olacağım.'
Mustafa Kemal'in giriştiği mücadeleyi hayret ve takdirle karşılayan Tousend, kendisine, karşısındaki düşmanın gücünü hatırlatmak isteyerek şunları söyleyecektir ;
'Siz mücadeleye mecbur olduğunuz düşmanın ne kadar kuvvetli olduğunu hesaba katmıyorsunuz. Bu düşmanın size her vasıta ile oturduğunuz odadaki eşya, yemeğiniz ve her şeyinizle bir kötülük yapabilmesi ihtimali bile vardır.'
Mustafa Kemal ise gayet sakin bir tavırla şunları söyler ;
' Evet kuvvetli olduğunu biliyorum. Ancak insanlığı savunan kişiler ölümle tehdit edilmelerine rağmen ölmezler ve ebediyen yaşarlar'.
Sabaha karşı müzakere bittiği zaman büyük bir hayranlıkla Mustafa Kemal'den ayrılan Tousend, refakatindeki Türk subayına şunları söyler ;
' Ben şimdiye kadar 15 Hükümdar ve Cumhurbaşkanı ile özel ve resmi konuşmalar yaptım. Bu geceki kadar ezildiğimi hatırlamıyorum. Mustafa Kemal'de büyük bir ruh kuvvetinin esrarı var.'
Ertesi gün yine Konya'da Behiç Bey'in evinde Mustafa Kemal, Tousend şerefine bir yemek verir. Resepsiyonda Behiç Bey, Muhtar Bey, Salih Bozok da bulunmaktadır. Yemeğin sonunda Mustafa Kemal misafirine şunları söyleyecektir ;
' Biz Türklerde bir adet vardır. Misafirimize mutlaka bir hediye veririz. Ben asil bir milletin mütevazı bir Başkomutanıyım. Size ancak bu tesbihi verebiliyorum' diyerek elindeki tesbihi Tousend'a hediye eder. Ardından kolundan bir saat çıkararak Tousend'a şu bilgiyi verir ve bir istekte bulunur ;
'Bu saati bana Anafartalarda bir Türk askeri, ölen bir İngiliz zabitinin kolundan çıkardığını söyleyerek verdi. Saatin arkasında subayın künyesi yazılıdır. Bu subayın ailesini arattımsa da bulamadım. İngiltere'ye döndüğünüzde ailesini bulur ve saati verirseniz çok memnun olurum.' diyerek saati Generale teslim eder.

Uyuklamanın Sonu

Atatürk, sofrasındaki sohbetler sırasında çeşitli konular açar ve arkadaşlarının fikirlerini dinlerdi. Bir akşam sofrada Ata, savaş anılarından söz açmış, 1. Dünya Savaşı'nda 4. Ordu Komutanı bulunan Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın yanlış tutumunu anlatmaya başlamıştı. Heyecanlı bir sesle konuşuyordu. Sofradakiler O'nu dikkatle izlerken bir ara Ata, arkadaşlarından birinin uyukladığını gördü. Bu hali her zaman anlayışla karşılar, neşeli ve esprili bir şekilde arkadaşını uyarırdı. Bu defa da öyle yaptı ;
'Abdülkadir, sen ne dersin ? '
Ata'nın seslendiği Abdülkadir İnan Türk Dil Kurumu Baş Uzmanlarındandı. Hemen gözlerini açarak cevap verdi ;
'Ben O'nun büyüklüğünü bir sözünden anlamıştım Paşam.'
Konuya hiç uymayan bu cevap üzerine Atatürk alaylı bir sesle ;
'Ya öyle mi ? ' diye sordu. 'Anlat bakalım neymiş o söz'. İnan, bozulmadan anlatmaya başladı;
'Çarlık yıkılmış, Biz de Türkistan'da Cumhuriyet kurmaya çalışıyor, bir yandan Komünistlerle uğraşıyorduk. Cemal Paşa oraya gelmiş, bilir bilmez işlerimize karışıyordu. Bir gün sabrımız taştı. Kendisine şöyle dedik' ;
' Anadolu'daki kardeşlerimiz ölüm kalım savaşında. Türkiye kurtulmazsa, Türkistan'ın bağımsızlığı neye yarar. Siz şimdi orada olmalısınız.'
Bunun üzerine işte o sözü söyledi. Atatürk dudaklarını büzdü ;
'Peki ne dedi ? '
Cemal Paşa bize baktı. Sonra ;
'Orada Mustafa Kemal Paşa var' dedi.
Sofradakilerin hepsi Abdülkadir İnan'ın bu yerinde buluşuna çok gülüştüler.

Bir Doğum Günü

Atatürk, arkadaşlarıyla şakalaşmayı severdi. Bir gün Ata'nın sofrasında oturulurken Nuri Conker'e bir telgraf gelmişti. Conker, yazıyı okudu ve gülümsedi. Bunun üzerine Atatürk :
' Hayrola, iyi bir haber mi ?' diye sordu. Conker ;
'İyi, Paşam' dedi.
Atatürk ;
' İyi o zaman, söyle de biz de sevinelim' dedi.
Conker ;
' Bu gün benim doğumgünüm de çocuklar tebrik ediyorlar' dedi.
Atatürk ; 'Yaa, çocukların her yıl bu saygısızlığı yaparlar mı ?' diye sorunca,
Conker ;
' Nasıl saygısızlık Paşam' dedi. Bunun üzerine Ata
' Nasıl olacak, her yıl bir yaş daha kocadığını yüzüne vururlar mı ?'

Mahvoldu

Mehmet Salepçioğlu anılarında şu anekdotu paylaşmıştı ;
Babamla vilayete gitmiştim.O zaman bu günkü Defterdarlık binası iyice tamamlanmamıştı. Esir alınmış Yunan subayları orada muhafaza ediliyordu. Emniyet Müdürlüğü'nün önüne bu subayları sıralamışlardı. Gözümün önündedir. Hepsi bitkin halde, kimi çömelmiş, kimi oturmuş, kimi duvara dayanmıştı. Vakit öğleye doğru idi.
Gazi Mustafa Kemal vilayetin merdivenlerinden inip onlara yaklaşırken birden hepsi ayağa kalktı. Büyük Başkomutanımız onların önünde biraz yürüdükten sonra durdu ve sordu ;
' Ne oldu ? Yunan ordusu '
Bir Yunanlı subay Türkçe cevap verdi ;
' Mahvoldu '
Gazi, sert bir üslupla ;
' Bak şimdi bülbül gibi Türkçe konuşuyorsunuz. Bu vaziyetten utanmıyor musunuz ? '
Gazi, 1. Ordu Komutanına baktı ve sordu ;
' Bunların iaşesine bakılıyor mu ? '
' Evet Paşam, yediriyoruz, içiriyoruz, giydiriyoruz.'

O Başka

H.Rıza Soyak, anılarında İran Şahının Türkiye ziyaretini şöyle anlatıyor ; ' İran Şahı Rıza Pehlevi Türkiye'yi ziyareti sırasında Atatürk'le beraber İzmir'e ve oradan Balıkesir yoluyla Çanakkale'ye gidiyorlardı. Vazifem itibariyle ben de beraberdim. O zaman, Çanakkale Boğazı'nın belirli bir bölgesi henüz askeri alan dışındaydı. Çanakkale'ye yakın Kirezli mevkiinde büyük bir askeri garnizon kuruluyordu. Garnizon binalarından birinin temel atma töreni iki devlet başkanının ziyareti gününe tesadüf ettirilmişti. Atatürk, o mıntıkaya gelince mevcut kıtaları ikiye ayırarak küçük bir manevra yaptırdı. Şah'la beraber açık bir otomobille tatbikatı takip ede ede temel atma merasiminin yapılacağı yere geldi. Temel bir kutu içinde iki devlet başkanı tarafından imza edilmiş bir kağıt kondu. Birdenbire bir koyunun temele doğru yatırılıp boğazlanmak üzere olduğunu gördü. Kurban kesiliyordu. 'Durunuz' diye bağırdı. Kesimi durdurmuştu. Bunu gören Şah, gülümseyerek 'Hazret-i Gazi' dedi. Atatürk misafirinin ne demek istediğini anlamıştı. 'Evet, ben kana bakamam. Bir tavuğun dahi boğazlanmasına tahammül edemem.' Şah ; 'Fakat bu kadar çok bulunduğunuz savaş meydanları?' Atatürk ; ' Haa' dedi. ' O başka mesele. Öyle zamanlarda cesetlerin üzerinden atlayarak giderim.' 'O başka bir iştir ! '

Bu Mebus İmtiyazını Beğenmedim

Atatürk bir sabah Florya'dan Dolmabahçe'ye dönüyor. Yeşilköy istasyonunun önünden geçerken birdenbire otomobili durduruyor ve başyavere ; ' Sorunuz, tren var mı ? ' O sırada tren hareket etmek üzeredir. Hep birlikte otomobilden inip koşarak maiyetiyle birlikte trene biner. Karar ani verildiği için bu trene biniş hemen hemen kimsenin dikkatini çekmez. Bir süre sonra her şeyden habersiz olan kondüktör Ata'nın bulunduğu kompartımana gelir. Kafileyi görünce hemen geri çekilmek ister. Ata hemen seslenir ; 'Vazifeni yap. Bu efendilere niçin bilet sormuyorsun ? ' Ancak maiyettekiler cevap verirler ; ' Paşam biz mebusuz. Tren bileti almayız. Parasız seyahat ederiz.' Ata hayretle ; ' Bu imtiyazı hiç beğenmedim. Çok ayıp. Ne biçim bir kaide. Düzeltmek gerek.'

Paşa Hazretleri

Atatürk ani bir kararla ve habersiz olarak Alanya'ya gitmişti. Sabahın ilk saatleri. Beş kişilik grup sıcak bir şey içecek, traş olacak bir yer arıyorlar. Bu sırada bir jandarma eri kendilerini tanıyıp kaymakamı durumdan haberdar ediyor. Kaymakam koşarak geliyor. Heyecan ve şaşkınlığı da yüzünden bellidir. Kaymakamın gayet sade ve samimi hali, heyecan ifade eden görünüşü Ata'nın hoşuna gidiyor. Ata keyifli ve neşelidir. Arasıra Kaymakamla latife ediyor. Bir aralık kaymakam bir şey anlatmaya başlar ;
' Paşa Hazretleri' diye söze başlayınca Atatürk ;
'Kaymakam bey Büyük Millet Meclisi'nin Paşalık, Beylik, Efendilik gibi ünvanları bir kanunla kaldırmış olduğunu bilmiyor musunuz ? ' Sonra maiyetini göstererek 'Bu arkadaşlar mebustur. Dahiliye Vekilinden istizahta bulunurlarsa ne yapacaksın ? ' deyince kaymakam bu latifeyi de ciddiye almış ve 'Şu halde size ne diye hitap edeyim' deyince bu hal Ata'nın çok hoşuna gitti ve gülüştüler.

Yasin Okuyan Kız

Nazım Kaleli anılarında ilginç bir anısını paylaşır. Bu anısına Yasin okuyan kız adını vermiş ; 'O yıllarda Ata'nın manevi evlatlarından 14-15 yaşlarında Nebile isimli bir kızı vardı. Bu kızcağız bir konuşma esnasında bana ;
'Ben Yasin-i Şerifi ezbere hiç yanlışsız okurum' demişti. Tesadüfen bu sözleri duyan Atatürk;
' Yaa öyle mi. Eğer bu sözlerin doğruysa bana ispat et' dedi. Atatürk'ün kütüphanesinde hem Arapça hem de Türkçe tefsirli Kur'an-ı Kerim vardı. Ata bu Kur'anlardan Arapça olanını getirtti. Yasin suresini açarak ;
' Haydi oku bakalım kızım, seni dinliyorum' dedi. Nebile, Besmele çekip yanık bir sesle Yasin-i Şerifi okudu. Atatürk de sonuna kadar elinde Kur'an'la onu takip etti. O sırada Ata'nın duygulandığını nemlenen gözlerinden anlamıştım.

Yüce Atam, Rahat Uyu.
Cumhuriyetin çocukları, eserlerini ve senin aziz hatıranı korumaya devam ediyor.

NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE…