Atatürk'ü dinsizlikle suçlayanlar, özünde kendi dinini tam olarak anlayamamış ve de anlamasına müsaade edilmemiş kimselerdir.

Ya da dini kendi dünyevi çıkarları ve 'bir eli bal, bir eli kaymak' ruhani mevkilerine zeval gelmesini istemeyen dinci tacirlerdir.

Atatürk ilk paragrafta yer alanları, ikinci paragraftakilerin baskısından, egemenliğinden kurtarmayı düşünmüştür.

Çünkü 'Atatürk aydın bir Osmanlı subayıdır.'

Osmanlı'nın dünya konjonktüründe geldiği yeri görebilen ve bunun için yüreği sızlayan bir Osmanlı subayıdır.

Üstelik Osmanlı'yı bu zor duruma getiren nedenleri analiz edebilecek kadar da entelektüel bir Osmanlı aydınıdır.

Tıpkı diğer Osmanlı aydınları gibi.

Onlar, Osmanlı tarihini iyi bilen insanlardır.

**

Atatürk'ü,

Osmanlı tarihi yerine, Türk tarihini,

Osmanlıca yerine, Türkçeyi,

Medrese yerine modern okulları,

Şeyhülislamlık yerine diyaneti,

Kadı yerine çağdaş ve laik hukuku getirdi diye suçlayanlar,

Osmanlı tarihini bilmeyenlerdir.

***

Evet! Atatürk İslam dini ile yakından ilgilenmiştir.

İlgisi, aydın birikiminde yer alan Osmanlı'nın çöküşünü hazırlayan süreçlerle yakından ilgilidir.

O'nun dinle ilgili üç hedefi vardı:

Birincisi 'laiklik'ti.

Dinin dünya yaşamını etkilemesini istemiyordu. Çeşitli inançların binlerce yıl bir arada yaşadığı bu coğrafyada insanlara din üzerinden baskılar yapılmasını da istemiyordu.

İkincisi 'kendi dilinde ibadet'ti.

Halkın dinini kendi dilinden öğrenmesini, böylece din simsarlarının tuzaklarına düşmemesini istiyordu. Kur'an-ı Kerim'i bunun için Türkçeye çevirtti. Kur'an-ı Kerim'in buyruklarını anlayan ve tüm inançlara saygı ve hoşgörü gösteren bir milletin ferdi olmak istiyordu.

Üçüncüsü, din ile halkın arasındaki din tacirlerinin, temiz dininden elini çekmesini istiyordu. Bu nedenle 'tekkeye, tarikata, zaviyeye, şeyhliğe, dervişliğe, büyücülüğe, üfürükçülüğe karşı'ydı.

Bu nedenle diyanetin kurulmasına öncülük etmişti.

***

Aslında 1789'dan sonra dünyadaki gelişmeleri kavrayan ve kendi toplumunun da bu gelişmelere ayak uydurması için çalışmalar yapan padişahlar da vardı.

III. Selim yenilikçiydi; yenilik yapılmayınca güçlü Osmanlı ordusunun artık savaş kazanamayacağını, devletin çökebileceğini görüyordu.

Yeni bir ordu, yani 'Nizam-ı Cedit'i kurmak istedi. Karşısına mollalar, yeniçeriler ve kışkırtılmış esnaf çıktı. Adı 'gavur padişah' oldu.

II. Mahmut da yenilikçiydi. Yine tekerine çomak sokulan yobaz ve çıkarcı güruhun direnciyle karşılaştı. 'Gavur padişah' ilan edildi.

O direndi. Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdı. Tıbbiye, Harbiye gibi ihtiyacımız olan çağdaş eğitim kurumlarını kurdu. İlk kıyafet devrimini de o yaptı.

Abdülmecit de yenilikçiydi. Teknik gelişmelere, bilime ve sanata önem veriyordu. O'nun da nasibine 'gavurluk' düştü.

***

İşte Cumhuriyet'in ilanından sonra Atatürk'ün yaptığı yeniliklere -o gün de, bu gün de- karşı çıkanlar aynı tıynetler oldu.

O'na da 'gavur' iftirasıyla yaklaşıldı.

Osmanlı'nın sosyal çöküşünün müsebbibi bu din simsarları tarafından beyni yıkanan, telkin ile belli zihinsel kalıplara şartlanmış, kendilerini eski kalıplarla yöneterek dünyadaki hakimiyet mülklerini daha çağdaş bir yaşama terk etmek istemeyenlerin kucağındaki halk;

İlkokul mezunu, ağlak, sümüklü din simsarlarının öpmek için eline sarılırken;

Ülkenin yetiştirdiği, kendisine çağdaş ve aydınlık yolu gösteren aydınlarına hep sırtını döndü. Hep gece karanlığını tercih etti.

***

Ama biz biliyoruz ki;

'Gecenin en karanlık anı, şafak sökmeden az öncedir.'

İnanmayan tarihe baksın!