Bir tanıdığın cenazesindeydik, hafta sonu.
Beklenmedik bir ölüm.
Cuma günü sabah ani kalp kriziyle vefat etmiş.
Genç denebilecek bir yaşta.
Her insanın ölümü beklenmedik bir ölümdür aslında.
Ve her insanın ölümü henüz daha erkendir…
Erken mi geç mi?
Genç mi yaşlı mı?
Bu farklı…
Çok farklı bir şey…
Bunu yakınlarına sormak lazım…
Hatta yakınlarına da değil.
Mesela kişi hasta ve bakıma muhtaçsa…
Diyelim ki yatalaksa…
Üstünden verilip altından alınıyorsa…
Bizimki gibi sosyal devlet hizmetlerinin yeterli olmadığı, işin hasta yakınlarına düştüğü ülkelerde bunu evin gelinine sorarsan ayrı…
Aile fertlerine sorarsan ayrı…
Hastanın eşine sorarsan ayrı cevap alırsın.
Dosta ahbaba sorarsan da,
'Ölüme çare yok!' gibi…
Yahut da,
'Hepimiz öleceğiz,' gibi alışıldık, sıradan, can sıkıcı bir cevap alırsın.
Onun için, kişinin kendisine sormak lazım bunu.
Dayanılmaz ağrısı, sızısı varsa…
Hastane köşelerinde eziyet çekiyorsa o da,
'Yeter!' diyecektir belki ama…
Gerçekte hiç kimse vazgeçemez hayattan.
Doksan dört yaşında ölen Fazıl Hüsnü Dağlarca da,
'İnsan nasıl ölebilir, yaşamak bu kadar güzelken!' demişti.
O yüzden her ölüm erken ölümdür.
Ve her ölüm acı, hüzün ve keder verir, aklı başında olan, yaşamı, var olmayı, yok olmayı anlayabilen her insana.
***
Cuma günü gece haberimiz oldu tanıdığımızın beklenmedik ölümünden.
Bir de kış ki... Akşamüzeri başlayan kar yağışı sabaha kadar devam etti.
Öğlen namazından sonra başlayacaktı defin.
***
Biraz erken geldik camiye. Hava da çok soğuk…
Bekliyoruz.
Soğuk nedeniyle, cenazeye gelenler caminin üstü, sağı solu kapalı avlusuna alındı.
Öyle olunca içeride adım atacak yer yok.
Dostoyevski'nin, Sibirya'ya sürgününü anlattığı, 'Yeraltından Notlar' romanında olduğu gibi, içeride ayakta duracak yer bile yok.
Dışarı çıkıp dışarıda beklesen…
Dışarı da soğuk…
Dışarıda, caminin önünde ancak üç beş dakika durmak mümkün…
Mecbur geri dönüyorsun o kalabalığın arasına.
İçerinin kalabalık olması da önemli değil de…
Bir kenara, kapı arkasına falan sıkışırsın.
Ama öyle bir gürültü var ki içeride. Öyle bir uğultu…
Ve öyle garip davranışlar…
Tahammül edilmesi zor…
Kimileri birbirini ilk kez görüyor gibi…
'Ooo! Dostum! Sen de mi buradaydın? Nasılsın, ne yapıyorsun? İyi misin? Sağlığın sıhhatin? Bizim Ahmet'i görüyor musun, karısından ayrılmış diyorlar, doğru mu?'
Falan filan.
Saf tutulmuş, cenaze namazı kılınacak, hala fısıl fısıl konuşanlar var…
Sonu gelmez bir gevezelik.
İnsanlar sürekli konuşuyor.
Sürekli.
Evde, sokakta, işyerinde…
Sosyal medyada…
Düğünde, cenazede…
Ateş düştüğü yeri yakarmış ama…
Bu kadar da olmaz ki!