Yazının başlığında kullandığım 'Ayrımcılığı Kışkırtma Salgını', bence dünya insanlığının çok eski çağlardan beri baş belası olan bir salgındır. Özellikle de bilim ve demokrasiden uzaklaşan toplumlarda hemen azgınlaşır. Tüm salgınlar gibi 'ayrımcılık salgını da yıkıcı ve bölücüdür…'
Dünyada ve ülkemizde 'ayrımcılık salgınının' en hızlı yayıldığı alanlar 'etnik, cinsel ve dinsel farklılıklardır…' Bunların üzerine bir de 'yaş ve yaşam tarzı farklılıkları' sürülürse tadından yenmez olur…
Bu kahrolası ayrımcılık salgını son zamanlarda ülkemizde iyice azgınlaştı ve ortalığı yakıp yıkmaya hazırlanıyor…
MEMLEKETİMDEN AYRIMCILIK MANZARALARI
Şu güzel ülkemizde, özellikle son günlerde tüm insanlık değerlerini kaba ve çirkin biçimde ayaklar altına alan 'ayrımcılık' ve 'kışkırtıcılık' yapılıyor…
Evlerimizin içine kadar girerek içimizi üşüten ayrımcılık salgının güncel örneklerinden bazılarını birlikte anımsayalım:
  • Bu ülkede uzun yıllardan sonra şarkı söylediğini 'sezen' bir 'aksu'; dili koparılmakla tehdit ediliyor ve bu durum karşısında 'tüm ötücü keklikler(!)' kendilerinden beklenen görevleri(!) yerine getiriyorlar.
  • Adı 'Dalsız budaksız sedef(!)' olan bir gazeteci; bir atasözüne atıf yaptığı için 'teşbihte hata yaptı…' deyü palas pandıras tutuklanıyor…
  • Tek kişi iktidarının yaptıklarını 'karşı taraftan izleyen medya kuruluşları' RTÜK tarafından kapatma cezasıyla 'ödüllendiriliyorlar(!)…'
  • Uluslararası yargı kuruluşlarının kararlarına rağmen; 'deniz kenarındaki bir kavala(!)' ve adının anlamı 'dinine bağlı kimse olan bir demirtaş(!)' yıllardan beri bir türlü tahliye edilemiyorlar...
  • Özellikle son 20 yıldır örgütsel yaşamları paramparça edilen 'öğretmenlerimizin', meslek yaşamlarını da bölük pörçük etmek için 'Öğretmenlik Meslek Kanunu' adı altında bir sözde yasa çıkarılıyor…
Bu güncel örneklerin dışında, ülkemizde çok uzun yıllardan beri (özellikle son yıllarda) bazı yüz karası örnekler de sürüp gidiyor:
  • Bu ülkede 'etnik ve dinsel farklılıklar sürekli kışkırtılıyor'; bu yüzden geçmişte oluk gibi kan akıtıldı, günümüzde yeni tehditlere zemin hazırlanıyor…
  • 'Cinsiyet ayrımcılığı' kışkırtılarak 'kadınlarımızın yaşam hakları ve yaşama tarzı özgürlükleri yok sayılıyor…'
  • Çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve özürlülerimiz için 'pozitif ayrımcılıklar' yapılamıyor…
  • Egemen güçlere ve iktidara 'muhalif olan' kişilerin, siyasal partilerin ve demokratik örgütlerin 'düşünce ve örgütlenme hakları kısıtlanıyor; muhalifler aşağılanıyorlar, ötekileştiriliyorlar…'
Yukarıda örneklerini verdiğimiz ayrımcılığı kışkırtma uygulamalarının daha çok Emperyal güçler ve işbirlikçileri tarafından yapıldığı evrensel bir gerçekliktir.
Bu kışkırtmaların ülkeler düzeyindeki uygulamaları ise daha çok 'milliyetçi/ muhafazakar sağ partiler' tarafından yürütülmektedir. Ayrımcı kışkırtmaların 'otoriter sağ parti iktidarlarında azgınlaştıkları' ise evrensel gerçekliğin bir başka boyutudur.
Türkiye'deki 'Sol partilerin ve demokratik kitle örgütlerinin' bir türlü 'birlik ve kitlesellik sorunlarını aşamamaları', sağcı ve faşist örgütlerin ekmeklerine yağ sürmektedir…
'HİÇBİR AYRIM GÖZETMEME' İLKESİ
'Hiçbir ayrım gözetmeme' ilkesi, uluslararası düzeyde imzalanan insan hakları ve hukuk belgelerinde kabul edilen hükümlerin uygulanmasında esas olarak benimsenen ve çok sık kullanılan bir terimdir.
Ayrıca uluslararası düzeyde imzalanmış ırk, cinsiyet, din, dil, çalışma hayatı, sağlık, eğitim gibi alanlardaki sözleşmelerde de 'hiçbir ayrım gözetmeme' ilkesinin önemi vurgulanmakta ve belli pozitif ayrımcılıklar için kurallar belirlenmektedir.
Bu bağlamda 'Pozitif Ayrımcılık: Çeşitli nedenlerden dolayı temel haklarından yoksun kalan kişilere (çocuklar, kadınlar, yaşlılar, özürlüler) toplumsal yaşamda birtakım önceliklerin verilmesi...' anlamındadır.
Öğretide yer alan 'Tersine Ayrımcılık' ise 'Tarihsel ve sosyopolitik bakımdan egemen gruplar dışında kalan gruplar (azınlıklar) yararına olan ayırımcı politika ve eylemleri…' tanımlamakta kullanılan tartışmalı bir terimdir.
Uluslararası düzeyde her türlü ayrımcılığa karşı, yaygın olarak benimsenen ve çokça kullanılan öneri ise 'toplumsal barış' tır. Bu bağlamda, 'Ülkemizde azgınlaşan ayrımcılığı kışkırtma salgınının aşısının da toplumsal barış olduğunu' unutmayalım.
Bu durumda ülkemizdeki barış ve demokrasi güçlerinin öncelikli görevleri, ortaya atılan kışkırtma oltaları üzerine balıklama atlamak yerine, toplumsal barış için uygulanabilir ve sürdürülebilir projeler üzerinde yoğunlaşmak olmalıdır.
*****
UĞUR MUMCU'NUN ANISINA SAYGIYLA…
24 Ocak 1993 günü, yani 29 yıl önce Uğur Mumcu'nun katledildiği gün ve devam eden günlerde ülkemizde yer yerinden oynamıştı… Milyonlarca duyarlı yurttaşımız sokaklara sığmayacak biçimde sel olup akmıştı.
O günlerde Türkiye'nin en katılımlı ve en anlamlı buluşmalarından biri de Eskişehir Vilayet Meydanı'nda gerçekleşmişti. Binlerce Eskişehirli Vilayet Meydanı'nı inim inim inletmişti…
1993 yılının o uğursuz 24 Ocak gününde, o dönemdeki meslek örgütlerinin oluşturduğu Eskişehir Sendikal Dayanışma Kurulu'nun çağrısıyla Eskişehir Vilayet Meydanını dolduran binlerce Eskişehirli insanımız 'Unutmayacağız!' diye haykırdılar ve 'Uğurlar Olsun!' diye ağıtlar söylediler.
Ertesi günlerde, Eskişehir'deki 50'yi aşkın demokratik sivil toplum kuruluşu temsilcisi bir araya gelerek 'Eskişehir Demokrasi Platformu (EDP)'nu oluşturdular.
Yani EDP'nin temelinde 'Uğur Mumcu ışığı' vardır. Eskişehir'deki özgürlük ve demokrasi güçleri, bu birlikteliğin yarattığı görevdeşlikle uzun süre EDP şemsiyesi altında çok kaliteli ve katılımlı bir biçimde mücadelelerini sürdürdüler…
Bugün ise ülkemiz genelinde ve Eskişehir'de Uğur Mumcu ve benzeri anmalarında ancak bir avuç insanımız bir araya gelebiliyor, onlar da bölük pörçük durumdalar…
Açıkçası, aradan geçen 29 yıla rağmen 'Uğur Mumcu'nun katledilmesinin hesabının sorulamaması…' tüm duyarlı yurttaşlar gibi benim de yüreğimi sızlatıyor.
Uğur Mumcu, dünyada ve ülkemizde ayrımcılığı körükleyen çevrelerin çevirdikleri dolapları çok iyi irdeleyen bir aydınımızdı. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla…