'Aylak okur,
Hiç şüphe etmeden inanmanı isterim ki, zihnimin ürünü olan bu kitabın bugüne kadar yazılmışların içinde en güzel, en zarif ve en dahice olmasını dilerdim. Ne var ki doğada var olan tüm canlıların ancak kendi benzerlerini doğurabilmelerine izin veren doğa kanununa karşı gelmeye gücüm yetmezdi…
Üstelik benim şu verimsiz ve kısır deham, insanın içine acı veren kuru bir gürültüden başka bir sesin işitilmediği tüyler ürpertici bir hücrede doğmuşçasına, kafası hiç kimsenin aklının ucundan bile geçirmeyeceği kadar farklı ve çeşitli düşüncelerle dolu, sıska ve çılgın bir çocuğun hikayesinden başka bir şey üretebilir mi?
Ancak huzur ve rahatlık içinde yemyeşil kırların sakinliği, gökyüzünün mavi dinginliği, derelerin şırıltısı ile rahatlamış bir ruhun saadeti en kısır ilham perilerini bile coşturup, herkesi kendilerine hayran bıraktırarak, olgun meyveler vermelerini sağlar…
Bir babanın her türlü güzellikten yoksun, çirkin bile olsa oğluna duyduğu sevgisi gözlerine perde indirir. Bu perde evladının kusurlarını görmesini engeller. Bilakis baba, çocuğundaki bu kusurlarını bir güzellik belirtisi olarak algılar ve bunları birer zeka ve incelik belirtisi diye tanıtıp över dostlarına…
Ama sevgili okur,
Her ne kadar Don Kişot'un babası gibi gözüksem de aslında üvey babası olan ben, herkesin yaptığı gibi davranıp gözlerimden akan yaşlarla karşısına geçip, oğlumda bulacağın kusurları bağışlaman ve görmezden gelmen için yalvarmayacağım sana.
Üstelik senden de saklamayacağım bunları, sen ne arkasısın onun, ne de dostu. İstediğini düşünmekte özgürsün, hür bir iraden var. En yüksek rütbedeki bir insan kadar yetkin var eleştirmeye, evindesin ve orada kral sensin. Herkes kendi evinde kral değil midir zaten… Bütün bunlar her türlü saygı gösterisinden kurtarıyor seni. Lafın kısası, bu hikaye hakkında iyi ya da kötü aklından geçen her şeyi söyleyebilirsin…
Kötülersen ceza almayacaksın ama iyi söylersen de ödül bekleme hiç kimseden…'
***
En son satırdaki ifadeye ulaşmak için uzunca bir yol kat etmek zorunda kaldığımız bu önsöz Miguel Cervantes'in Don Kişot için yazdığı giriş bölümünden alındı.
Babaların gösterdikleri iyi niyet ve şefkat yüzünden oğullarının göremedikleri kusurlarından tutun da hiçbir saygı gösterisine gerek bırakmayan bir söz etmesiyle Cervantes, günümüz dünyasının modern insanının zayıflığını acımasızca ortaya koyuyor…
Kötülersen ceza almayacaksın ama iyi söylersen de ödül bekleme hiç kimseden…
Biz kötü söylediğimizde cezalandırılıyor, iyi söylediğimizde ise ödül bekliyor muyuz?
Yoksa her şeyi görmezlikten mi geliyoruz?
Tümü insana has kusurların üstesinden gelebilmek çok mu zor?
Ödül bekleme hastalığımız yok mu, tarumar ediyor bahçelerimizi…
Konuşurken, yazarken, iki büklüm olmuşken…
Doğruları bile eğip büküp, kendi çıkarlarımıza alet etme ve bunlardan medet umma duyarsızlığından neden vazgeçemiyoruz?
Don Kişot'un soylu çılgınlığı karşısında birer roman kahramanı haline gelen tüm yel değirmenlerine ithaf edilecek denli fütursuz ve saçma satırları okumak canınızı sıkmıyor mu sizlerin de?
Kötülersen ceza almayacaksın ama iyi söylersen de ödül bekleme hiç kimseden…
***
Bitirelim önsözü...
'Benim küçük kalemim…
Artık astığım şu çengelde öyle kal…
Bir takım yetersiz yazarlar seni kötü işlerde kullanmak için oradan almazlarsa, yüzyıllarca yaşarsın…
Onların sana dokunmalarına izin verme ve onlara şunu söyle;
Çekin ellerinizi alçaklar…
Dokunmasın kimse bana, çünkü bu görev yalnızca bana verildi; kralın emri…
Don Kişot benim için, ben de onun için yaşadım; o yaşadı ben yazdım…
Bundan böyle;
O uyduruk şövalye romanlarına kimse yüz vermeyecektir…'
Ah şu çengellerdeki küçük kalemleri rahat bırakmayanlar…