Bundan 1400 yıl önce Hindistan'da, savaş stratejilerinden hoşlanan, sürekli komşu ülkelerle savaşmayı zevk haline getiren bir kral varmış.

Bitmeyen savaşlar yüzünden perişan olan halk Yüce Bilgin'den çare bulmasını istemiş.

Yüce Bilgin evine kapanmış, kralı nasıl ikna edebileceğini haftalarca düşünmüş. Sonunda elinde bir kutuyla sarayın yolunu tutmuş. Kral onu saygıyla karşılamış.

'Hoş geldin bilgin, ziyaretinin sebebi nedir?'

'Değerli kralıma bir hediye getirdim.'

'Çok sevindim, umarım iyi bir şeydir.'

Bilgin, sorunu barışçıl yolla çözeceğini umduğu hediyesini krala uzatmış. Kutunun içinden siyah ve beyaz 64 kareden oluşan bir tahta ile siyah ve beyaz değişik şekilli taşlar çıkmış. Bilgin anlatmış:

'Savaşçı kralıma aynı gün içinde defalarca savaşma imkanı veren bir hediye bu. Bu ufak taşlar askerleriniz. İki tane atlı birliğiniz, iki tane filli askerleriniz, iki tane de savaş arabanız (kale) var. Bu şah, sizsiniz; yanınızda başyardımcınız (vezir) olacak. Bu gördüğünüz tahta üzerinde savaş oyunu oynayacaksınız.'

Kral oyunla ilgilenmiş. Kısa sürede taşların hareketini öğrenmiş. Oyunu öyle sevmiş ki, bir daha komşu ülkelerle savaşmamış. Satranç tahtasında savaş, hem eğlenceli hem masrafsızmış. Böylece halk da sürekli savaşmaktan kurtulmuş.

***

Kral, bilginin hediyesi karşılığında 'dile benden ne dilersen' demiş. Bilgin:

'Sizden sadece buğday isterim kralım.' demiş ve devam etmiş.

'Bu satranç tahtasındaki birinci kareye bir buğday, ikinci kareye iki, sonra dört, sekiz, on altı… Her kareye bir öncekinin iki katı buğday koyarak buğday verin, yeter.'

Kral şaşkınlıkla:

'Sana altın, elmas, arazi, malikane verebilirdim oysa. Sen sadece buğday istiyorsun. Bu nasıl iş?'

Yardımcıları hemen kağıda kaleme çökmüş, 'buğday hesabı'nı yapmaya başlamış. Yaptıkça da şaşkınlıktan gözleri büyümüş. Toplam yüz milyarla ifade edilebilecek ton buğday gerektiğini görmüşler. Bu da ülkenin o zamanın şartlarında ancak bin yılda üretebileceği buğdayın miktarıymış.

Hesabı duyunca şaşıran kral, bilgini zekasından dolayı bir kez daha tebrik etmiş.

***

'Masalcı Andersen'lik yapmaya çalışmıyorum.

'Kara Veba ve İspanyol Gribi'nden sonra, dünyanın karşılaştığı en büyük bela olan 'Koronavirüs Salgını'nın, bulaşma ve yayılma yeteneğinin ne denli hızlı ve büyük olduğunu gösterebilecek,

Bir 'örneklem' anlatmaya çalışıyorum.

Değişik zaman ve ortamlarda, sürekli hareket halinde olan bireylerin yaşadığı ülkeye bir tane, evet sadece bir tane 'koronavirüs taşıyıcısı' gelse, iki kişiye bulaştırsa…

O iki kişi, çevresindeki dört kişiye, diğer aşamalarda sırasıyla sekiz, on altı, otuz iki… Uzayıp giden bir 'bulaşma matematiği' yaşansa;

Tıpkı bilginin 'buğday hesabı' gibi…

Kısa sürede toplumun tümünün 'enfekte' olması kaçınılmazdır.

Tek çözüm bulaşmayı önlemek ya da yayılmasını yavaşlatmak. Bu da 'ulusça dayanışma ve sosyal bir disiplin'le olabilir ancak.

İşte bu nedenle bu salgın için, tüm dünyada şu söyleniyor:

'Sorun küresel, mücadele ulusaldır!'

***

Zor günlerden geçiyoruz. Virüs hızla bulaşıyor ve yurdun her bir köşesine yayılıyor.

Özelliği tam bilinmeyen virüs salgını karşısında, bir aşamadan sonra tıp da çaresizleşiyor; olağana göre hazırlanmış sağlık kurumları olağanüstü koşullarda yetersiz kalabiliyor.

Sağlık çalışanlarımız hemen her dakika, hakları ödenemeyecek bir çabayla, yorgunluk ve uykusuzluğa aldırmadan, üstelik de ön cephede kendilerini riske atarak,

Romanlara, senaryolara konu olacak fedakarlık öyküleri üretmekteler.

Bize düşen, salgının boyutunun sağlık kurumlarının ve sağlık emekçilerinin kapasitelerini aşmasını önlemek ve bulaşmayı yavaşlatmak…

***

Seni hasta etmeyebilir. Unutma ki virüs hareket etmez, özellikle yaşlıların ölümüne neden olan bu virüsü başka ortamlara 'sen' taşıyabilirsin.

Bu nedenle uyarılara kulak as:

'Elini yıka, kalabalıktan uzaklaş, araya mesafe koy.'

En önemlisi ise, 'eğer mecbur değilsen', hiç olmazsa bir süre dışarı çıkma;

'Evinde kal!'