Ünol Büyükgönenç'in şiirinin ismi...
'Hava çelik bir ustura gibi
Dışarıda kar yağıyor...
Zemherinin en acımasız günleri
Dışarıda kar yağıyor' diye başlayan ve devam eden...
***
İşte eskiden Eskişehir'de,
Çelik bir ustura gibi soğuklar olurdu...
Siz bakmayın, Eskişehir'e yeni gelenlerin soğuktan şok olmalarına...
İlkokula gittiğim günlerde (50 sene önce yani)
Okuldan eve dönerken, gözlerimizden şapır şapır yaş akardı...
Soğuktan ağlardık...
O zamanlar nerede, şimdiki gibi botlar, montlar, polarlar...
ABD'de banka soyguncularının taktıkları maskelere benzer örme şapkalarımız vardı...
Gözler, ağız ve burun açıkta kalırdı yalnızca...
Ortaokul ve lise çağlarında da öyleydi soğuklar...
Yazın yaz gibi yaz...
Kışın kış gibi kış olurdu...
***
Artık ne zaman yaz geliyor, ne zaman kış bitiyor anlaşılmıyor bile...
Kasım'da yaz mevsimini, Mayıs'ta kar yağdığını görüyoruz...
Ocak ayının ortasını geçtik, hala kardan eser yok...
Neyse lafı çok uzatmayalım...
İşte buna iklim değişikliği diyorlar...
Dünya önümüzdeki 20-25 yıl içinde 2-2 buçuk derece ısınacak...
Buzullar eriyor...
Deniz seviyesinin 5 santim yükselmesi,
Dünya üzerindeki yüzlerce kenti sular altında bırakacak...
Karbon ayak izi...
Dioksit parmak izi...
Ozon tabakası,
Stratosfer derken, hop laf döndü yine transfer...
***
Eskişehir'in o eski soğuğunu daha doğrusu ayazını özleyeceğimi rüyamda görsem inanmazdım...
Gelip geçen yolcuların,
O dönemlerdeki Eskişehir'le ilgili en belirgin anıları şuydu galiba;
İstanbul'dan Ankara'ya giden ekspress, hafif çığlıklar ata ata Eskişehir garına giriyor...
Çelik tekerleklerden buharlar fışkırıyor...
Sarsılarak duruyor...
Saat gece yarısını çoktan geçmiştir...
Vagonun buhar kaplamış camını hafifçe silersiniz...
O saatte dışarıda bir çocuk başının üzerinde taşıdığı tepsideki simitleri satmaya çalışmaktadır...
'Simit var, ayran var...'
Ayazdan kenarları buz tutmuş tren penceresini zorla açarsınız...
'Bir simit ile ayran verir misin?'
O simidin ve ayranın tadı, damağınızdan uzun zaman silinmez...
nerede Eskişehir'in adını duyar ya da okursanız, aklınıza gelen ilk şey; çelik bir ustura gibi ayaz, tren ve gecenin o saatinde yediğiniz simit ve ayrandır...
Eskişehir uzun yıllar boyunca böyle hatırlandı, böyle anlatıldı...
Bugün bile,
'Biz o zamanlar Eskişehir'e Eksişehir derdik' diye anlatılır...
***
İşte biz bu şehri böyle sevdik...
Ayazıyla, soğuğuyla, çamuruyla...
Dışarıda çelik bir ustura gibi yağan karıyla...
O yüzden, bugün Eskişehir'i sevmek çok kolay...
Her yer aydınlık, her yer cıvıl cıvıl...
Günün 24 saati yaşayan bir şehir burası...
Gelen Eskişehir'e aşık olup gidiyor ya da hiç gitmiyor...
Güler yüzlü, mutlu insanları...
En modern toplu taşıma sistemi olan tramvay, Porsuk'taki gondollar, caddeler, bulvarlar boyunca dizili çiçek tarhları...
Hepsi bir başka güzel...
O ayazları yiyip bu şehri sevmek zordu,
Katlanmak zordu...
İnsanlar, 'ben bu şehirden gidemedim, bari çocuklar kurtulsun' diye düşünürlerdi...
Şimdiyse tam tersi...
İşte o yüzden...
Bugün Eskişehir'i sevmek o kadar kolay ki...