Toplumsal hayatımızı sekteye uğratan bizlere bir tür faşizm uygulayarak gerçeküstünün manifestosunu yazan Covid-19 oldukça da halkçı bir virüs aslında. Toplumun tüm bilinçaltı isteklerini bastırmış olsa da zengin, fakir, genç tüm bireylere hitap ediyor. Her yaşta ki insanların gündelik davranışlarını geçersiz sayarak farklı varoluş biçimleri deneyimlememiz için bir akış yaratmanın peşinde. Hasmane davranışlarda bulunan, menfaatleri doğrultusunda doğayı fetheden toplumları dize getirmeyi başaran Covid-19 yıkıcı ve dizginlenemez modernitenin itibarını da sarstı.

Nereden geldiği bilinmemesi de onun için bir şeref olurken bizler için ise yaşamak bir kölelik oldu. Evdeki zorunlu izolasyonda, özgürlüğümüzün zincire vurulduğu günlerde bir adım atıversek evden dışarı toptan selametimiz olacak. Ölümü bazen bir kurtuluş olarak görmemiz paranoyak bir bekleyiş içinde olmamızdandır belki de. İnsanların bilgisine, aklına, teknolojisine duyduğu güvenin çöküşünü izleyen, düşmanı gafil avlayan bir virüs cadde ve sokaklarda kol gezerken bizler de evlerimizde patolojik vakalara dönüştük. Üstelik bu virüs o kadar agresif ki şaşırtmaca bir hamle ile mutasyona uğradı; global savaşın ikinci perdesi…

Toplumun aşı, karantina gibi baskıcı önlemlerine karşı virüsün direniş alternatifi oluşturması da toplumları potansiyel bir dönüşüme sürükledi. Bu dönüşüm bireylerin mekanizmalarını manipüle etmeye hazır bekleyen, mutasyona uğramış coronavirüsün zaferiyle özdeşleşmeli. Mekansal bağlamın dışına çıktığımızda bir devrimci hareketle özümüze ve doğaya dönüşümüzü vurgulayan bir ruh hali içinde olmalıyız. Neye inanıyoruz, neye değer veriyoruz bu konular üzerinde bilinçli hayat tarzı oluşturmalı, sağlıklı ve çevreye dost bir yaşamı hücrelerimize kadar kodlamalıyız.