Yirmi beş yaşındaki genç bir kadının gösterişli çocuk mevlidini bazı televizyonların haber bültenlerinde izledik.
Mevlidin görüntüleri sosyal medyada da gündem olmuş.
Mevlit için kapatılan, Selçuklu mimarisiyle dekore edilmiş lüks bir mekan…
Sunulan hizmette sınır yok…
Yeme, içme, eğlence…
Ve yeni doğmuş bebeğin parmağında tektaş yüzük…
***
Kim bu insanlar?
Ne iş yapıyorlar?
Fabrikaları mı var? İnsanların temel, hayati ihtiyaç maddelerini mi üretiyorlar?
Yoksa bu insanlar bilim insanı mı? Mesela insanları ölümcül hastalıklarından kurtaracak bir ilaç mı üretmişler, bir tedavi yöntemi mi geliştirmişler?
Veya insanların hayatını kolaylaştıracak bir şey mi keşfetmişler?
Yahut da dünyaca ünlü bir sanatçı mı bu insanlar? Mesela dünyada kemanı ya da piyanoyu en iyi çalan onlar mı?
En iyi ressam...
En iyi heykeltıraş…
En iyi roman yazarı…
***
Şaka yapıyorum tabii ki! Siz de farkındasınız bunun. Bu saydıklarımın zengin olmakla bir ilgisi yok.
Bu işlerle uğraşanların; sanatçıların, bilim insanlarının gösterişle de, şatafatla da ilgisi yok.
Lale Devri şairi Nedim'e bile sadece şarkı yazıp…
Yani saz çalıp devlet erkanını eğlendirmek düşmüş.
Şimdi burada sanatçıların, yazı insanlarının, bilim insanlarının; insanlık yararına işler yapanların nasıl da yokluk içinde yaşadıklarını sayıp dökmeye lüzum yok.
***
Henüz yirmi beş yaşında olan hanımefendi Turizm Otel İşletme mezunu.
Ama Turizm işletmecisi falan değil.
Sosyal medya fenomeni.
'Girişimci' gibi, 'Hint kınacısı' gibi unvanlarını da unutmayalım bu arada.
Eşi olan beyefendi ise…
Bakanlıklardan birinin eski müşaviri.
Henüz yirmi sekiz yaşındayken müşavir olmuştu.
Daha doğrusu müşavirlik vazifesini kabul buyurmuştu!
Asıl işi serbest ticaret. E tabii serbest ticaret erbabı olmak, bu yaşta, kolay değil!
Ve anlaşılmaz bir şekilde, üst düzey devlet görevine getirilen bu kesimin asıl işi genellikle serbest ticaret oluyor.
***
Boş verelim şimdi biz bu insanları. Hep söz veriyorum kendi kendime, bu tür yazılar yazmayacağım diye. Kim ne yaparsa yapsın!
Ama işte, dayanamıyor insan bazen. Bir şeyleri içine sindiremiyor.
Ve Tevfik Fikret geliyor aklıma böyle zamanlarda.
İki yıl önce, iki milyon lira değerindeki düğün arabasıyla gündem olan, şatafatlı bebek mevlidinin ev sahibi beyefendi eski müşavir.
Ve serbest ticaret erbabı. Aynı yaştaki milyonlarca işsiz gençten biri değil yani.
Bizim Tevfik Fikret de Servet-i Fünun şairi. Recaizade Mahmut Ekrem'in Galatasaray Lisesi'nden öğrencisi.
1867 ile 1915 yılları arasında yaşadı.
Ünlü 'Han-ı Yağma' şiirini günümüzden yüz yıl önce yazdı.
Ne müşavirdi ne de serbest ticaret erbabı.
Sosyal medya fenomeni, Hint kınacısı genç bir karısı da yoktu.
Zavallı halkın hakkını arayan, 'Han-ı Yağma' gibi, 'Doksan Beşe Doğru' gibi şiirleri nedeniyle devrin yöneticilerinin, muhafazakar çevrenin ağır hakaretlerine dayanamayıp kırk sekiz yaşında hayatını kaybetti.
***
Boş verelim şimdi biz, lüks ve şatafat içinde yaşayan günümüzün bazı insanlarını. Her devir olacak böyle, 'devlet malı deniz…' diyen insanlar.
En iyisi 'Han-ı Yağma'dan bir bölüm okumak şimdi burada.
'Bu sofracık, efendiler - ki iltikaama muntazır
Huzurunuzda titriyor - bu milletin hayatıdır;
Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!
Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır...

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,
Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!'