Cumhurbaşkanı Erdoğan bir etkinlikte 'Bireyi bir isim veya numaradan ibaret gören dijitalleşmenin sonu faşizme çıkar. Dijital faşizme karşı hep birlikte mücadele etmeliyiz' ifadesini kullandı.

Sayın Erdoğan'ın bu uyarısı 'bireysel verilerin korunması bağlamında' değerlendirildiğinde; internet devlerinin dünya üzerinde kurmuş olduğu veri monopolünün nerelere varacağı ile kuşkulara dikkat çekmesi bakımından doğru bir uyarı olabilir.

Dijital faşizm meselesine girmişken; Bizim kuşağın yakından tanıdığı(!) faşizmin dijital olmayanına da değinmeden olmaz...

DİJİTAL OLMAYAN FAŞİZM!...

Faşizm sözcüğü, gerek siyaset alanında gerekse sosyal yaşamda çoğu zaman tarihsel bağlam ve sınıfsal içeriğinden kopartarak çok kullandığımız bir kavram.
Bizim 68'li Devrimciler, faşist sözcüğünü 'kamplarda eğitildikten sonra' çatışmalara sürülen 'sivil komandolar' için kullanırlardı. O günlerde ortaya bir de 'Sosyal Faşistler' ve 'Maocu Bozkurtlar' kavramları atılınca işler oldukça karışmıştı.

Faşizm ile kapitalizm ve emperyalizm arasında tarihsel ve yapısal bir ilişki vardır. Kapitalizmin en yıkıcı, en gerici diktatörlüğü faşizmdir.

Afrika, Güney Amerika, Ortadoğu gibi coğrafyalarda çok sık rastlanan 'eli kanlı' faşist diktatörler için söylenen 'Emperyalizmin bekçi köpekleri' tanımlaması oldukça doğru bir yakıştırmadır. Bu diktatörlerin kaderi ise işleri bittikten sonra 'deliğe süpürülmektir.'
1919'larda İtalya-Almanya ekseninde palazlanmaya başlayan faşizm, yayılmacı saldırganlığı ile sadece iktidara geldiği ülkelerde değil tüm insanlık için büyük yıkımlara neden olmuştur. Buna rağmen, faşizm, her dönemde 'ölümcül bir virüs' gibi canlanabilir.

SÜREKLİ BİR DÜŞMAN YARATILIR...

Faşizm, demokratik rejimlerin temel ilkeleri olan ulus egemenliği, siyasal partiler, kuvvetler ayrılığı, çoğulculuk gibi ilke ve kurumları kabul etmez.

Faşist rejim altındaki insanlar, sürekli iç ve dış güvenlik kaygısı ile korkutularak gerektiğinde insan haklarının göz ardı edilebileceğine ikna edilirler. Bu yüzden insanlarda işkence, yargısız infaz, siyasal suikast, uzun süreli gözaltı gibi uygulamaları görmezden gelme hatta bunları onaylama eğilimi yaratılır.

Medya, doğrudan kontrol altına alınırken muhalif gazeteciler 'farklı yöntemlerle' susturulur.

Faşist yöneticiler, toplum içinde belirli kesimleri düşman ilan eder ve ulusu oluşturan insanların tümünü eşit haklara sahip yurttaşlar olarak benimsemezler.

Faşizme karşı en büyük engelin, 'emeğin örgütlü gücü' olduğunu bildiklerinden, sendikalar ve meslek örgütleri, ya tamamen saf dışı edilir ya da baskı altına alınır.

Seçimler, polis ve askeri güçler ile iktidar destekli 'silahlı, sopalı' örgütlerin baskısı altında medya yönlendirmesinin gölgesinde yapılır.

DİJİTAL SİYASETİ!..

Salgın nedeniyle yurttaşlarla doğrudan iletişim olanakları azalan siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları internet kanallarını kullanarak 'dijital siyaset' yoluyla siyasi katılımcılığı artırmaya çalışıyorlar.

Halkın önemli bir bölümü 'olan bitenin doğrusunu' çok farklı kaynaklardan dijital dünya sayesinde öğreniyor. Üstelik günlük yaşamın büyük bir bölümünü dijital ürünler üzerinden sürdürüyoruz.

Salgın döneminin izole koşullarında internet ve dijital ürünler kullanımının daha fazla yaygınlaşmasıyla veri birikimleri katlanarak artıyor. Bu durumda, yaşantımızın izlenebilir ve algoritmalarla yönlendirilebilir olma olasılığı hayli fazla. Ancak bu olasılığın; salgına karşı yaşam ve geçim mücadelesi verildiği bir dönemde gündeme getirilmesi, 'sosyal medya başta olmak üzere dijital dünyaya kısıtlamalar ya da engellemeler mi geliyor?' sorusunu da akla getirmiyor değil.

Dile getirilen 'dijital verilerin kimler tarafından nasıl kullanılacağı' sorunu ise; üzerinde gerçekten düşünülmelidir. Eğer karşı çıkılan, aslında birkaç şirketin oluşturduğu veri setlerine erişebilen devletlerin emperyalist hedeflerine engel olmak ise; yalnızca dijitaline değil her şekline karşı olmak koşuluyla;

Faşizme karşı neden omuz omuza olmayalım ki!…'