HDP'li belediyelere kayyum ata, içeri at;
CHP'li belediye başkanlarını görevden al, soruşturma aç;
AKP'li belediye başkanlarına gelince, kibarca/tehditle istifaya zorla.
En alası istifa! Kurnazca, olanı biteni örtbas etme yöntemi. Böylece 'ne yolsuzluk, ne FETÖ'cülük, ne görevi kötüye kullanma' sorgulanamayacak.

***

Adam çatıdan düşmüş. Başı gözü kan içinde yerde yattığını görenler etrafına toplanmış. Uzaktan ambulansın sesini duyan adam hafifçe gözünü aralamış. Birisi hemen sormuş:
'Ne oldu kardeş?'
'Vallahi bilmiyorum, ben de yeni geldim!'

***

Özellikle istifa ettirilenlerde tanık olduğumuz, düşme şaşkınlığı tam da böyle!
Ankara'da, düşme sarsıntılarının yaşandığı günlerde,
Başkanlık koltuğundan düşmek istemeyen Melih Gökçek, 'Daha karpuz kesçektik!' taktiğiyle, son bir girişimde bulunmuş;
'Erdoğan sadece Türkiye'nin değil, bütün ümmetin lideridir.' övgüleri düzmüş; fayda etmemişti.
İstifasını açıklarken 'Emir demiri keser.' demiş, 'Ülkemi, lider ülke yapacağına inandığım Recep Tayyip Erdoğan'ın talebini yerine getiriyorum.' diye eklemiş; ardından içlerindeki fitnecilere bedduayı yapıştırmıştı,
Düşmenin etkisiyle saçma sapan sözler söylenmesi normaldir.
İstanbul'da başkanlık koltuğundan düşen Kadir Topbaş'ın söyledikleri ise günah çıkartan, çapkın kocanın, 'İçkiyi, kumarı bıraktım; karı kız da yok, evime sadık kalacağım.' diye karısına söz vermesi gibiydi.
Tövbe duası gibi; 'Yarabbi, bundan sonraki ömrümü İslam'a, Müslümanlığa ve insanlığa adıyorum.' diyerek istifa etmiş, sonraki sivil hayatını da garantiye almıştı.
Neyin tövbesiydi acaba?

***

Son günlerde basında ve televizyonlarda izlediğimiz ortak bir davranış biçimi var.
İktidar kuyruğundaki belediye, il, ilçe başkanları ve diğer siyasetçiler ile yandaş TV bülbülleri, besleme köşe kalemleri de her fırsatta birine selam ve iltifatlarını sunmayı ihmal etmiyorlar maşallah! Paragraflar arasına Cumhurbaşkanı'na övgülerini ve bağlılıklarını belirten cümleler sıkıştırmaktan kendilerini alamıyorlar.
Kimisinin dilinden, kimisinin kaleminden yağlı bir yandaşlık akıyor.
Düşenlerin yerine mevki, siyasette mevzi kazanma arzuları var herhalde. Ya da korkuları…

***

Metin Akpınar ile Zeki Alasya'nın 'Güler misin, Ağlar mısın?' filmi geliyor aklıma:
Bir sahnesinde; Rasim Usta'nın yüzen eviyle, bakan olduğunu bilmeden yanlarına aldıkları misafirle sahile gelen Zeki ve Metin'e, otel sahibi kötü adam Cemal Bey'in sahte iltifatlar yağdırması, aslında bakan olduğunu bildiği misafire dönüp dönüp şarkî bir refleksle selam vermesi, reverans etmesi...
Ne kötü bir şeymiş siyasetçinin ve siyasetten nemalananların dışlanma korkusu; çeşmenin suyu kesilecek, siyasi yağla elde edilen itibar yok olacak endişesi…
Önceleri gülüyordum, ama baydı be kardeşim!
Yağcılığı anladık da,
Allah aşkına, yağdanlık olmaya duyulan bu arzu nedir?

***

Temel ile Dursun inşaat işçiliği yapıyorlarmış. Yirminci katta çalışan Dursun, onuncu kattan kendine seslenen Temel'e bakmak isterken yirminci kattan düşmüş.
Onuncu kat hizasından geçerken Temel arkadaşına bağırmış;
'Korkacak pir şey yok uşağum! Hala çok iyi durumdasun!'

***

Durum iyi demek, her şeyin iyi gittiği anlamına gelmez. Düşüş başladıysa durdurmak zordur; düşme korkusuyla edilen laflar da beyhudedir.
Ülke öyle bir kırılgan noktaya geldi ki; neyin/kimin düşeceğini tahmin etmek güç.
Biz, Atatürk'ün 'Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!' sözüne yürekten inananlardanız!