Yıl 1919. Ayasofya Camii kürsüsünde İzmirli Hafız İsmail Hakkı Efendi iki düşmana ateş püskürüyor. Bunlar ; İttihatçılar ve Kuvay-ı Milliyeciler. Hocaya göre 1. Dünya Savaşı yenilgisiyle 'Allah Osmanlıları cezalandırmıştır' O'na göre ; 'Reşid, Ali, Fuad Paşaların makamlarından Kamil Paşa'yı kovan, Said Halim'i, Talat'ı getiren, Emanetullahı zayi' eden kavmin başka ne görmesi beklenebilir.'
İsmail Hakkı Hoca, Mütarekenin iktidarı olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası'nı desteklemektedir. O kadar ki; 'İngilizlerle harbeden ve el'an da etmek isteyenler İttihatçılardır, Yeniçerilerdir. Osmanlıları yerden yere vuran da Alman entrikasıdır.'
İttihatçılık, Ocakçılık, Yeniçerilik Anadolu hareketini de kapsar. Bu benzersiz halk hareketi hakkında da İsmail Hakkı Efendi'nin kanısı kesindir ; 'İslam hükümdarsız olamaz. Cumhuriyet olamaz'.
11 Nisan 1920 tarihli Takvîm-i Vekayi'de Şeyhülislam Dürrizade Abdullah Efendi'nin fetvası da bu görüşlerin benzeridir ; 'Mustafa Kemal ve arkadaşları eşkiyadır. Bagî'dir. Âsî'dir.' Bir ay sonra yine bu gazetede Dîvan-ı Harb-i Örfî'nin, Mustafa Kemal Paşa'nın da aralarında olduğu Anadolu devrimcileriyle ilgili 'İdam' kararı yayınlanacaktır.

Küçük Kafalar, Büyük Devlet İdealiyle Bağdaşmaz

Türk bağımsızlık hareketi, İngiliz başbakanının başında bulunduğu kabineyi düşürmüştür. Kabineleri, Lloyd George'ları düşüren sağlam temelli ulusal ve bağımsız bir Türk devletinin kuruluşu olmuştur. Bu yapı, her çeşit emperyalist iştahlar karşısında adım adım gerçekleşerek yükselecektir. Bu büyük eser, Müdafaa-i Hukuk anlayışının ölmez temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin eseridir. Ayrıca bu sonuç, devrim mantığının tam bir başarıyla sonuna kadar götürülmesinden doğmuştur.
Bu büyük Meclis, bağımsız bir devleti şu aşamalardan geçirerek kurmuştur ;
  1. Milli Hakimiyet prensiplerine dayanan 1921 Anayasası'nı kabul ederek,
  2. Saltanatı kaldırarak,
  3. Cumhuriyeti ilan ederek,
  4. Hilafeti kaldırıp, eğitim ve öğretim sistemini kökten değiştirerek,
  5. Tekke ve Zaviyelerin kapatılması gibi bir çok devrimsel gelişmeleri hayata geçirerek,
  6. Laikliği Türk hukuk düzenine ve Anayasal sisteme yerleştirerek.

Taç Giyen Millet

Cumhuriyet, bir rejim olarak, daha saltanat kaldırılırken şekillenmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde muhafazakarlarla devrimciler ilk meydan savaşını saltanatın kaldırılması konusunda vermişlerdir. Devrimcilere göre, sultanlığın kaldırılması için özel bir kanuna gerek yoktur. 1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun 1. Maddesi 'Hakimiyet Kayıtsız Şartsız Milletindir' dediğine göre, zaten saltanat kalkmış sayılmaktadır. Sorun, bunu bir meclis kararıyla güçlendirmekti. Halifelik ise şimdilik yerinde kalabilirdi.
O zaman Karahisarısahib (Afyon) Mebusu Şükrü Hoca eskiyi dile getirerek devrimcilerin karşısına çıkacaktır. O'na göre ; 'Halife Meclisin, Meclis Halifenindir'. TBMM'nin Başkanı da Halife olmalıdır. Devletin kanunlarını, hükümetin kararlarını Halife onaylamalıdır. İslam milletlerine gerekirse birer menşur vermelidir. Ancak milletin dediği olacak Saltanat kaldırılacak ve bu ebedi millet 'Taç' giyecektir.
TBMM temsilcisi Refet Paşa, Şehremaneti tarafından verilen bir ziyafette Başkansız bir Meclis sistemini şu sözlerle doğrulamaya çalışmaktadır ; 'Meşruti bir hükümdarlık ile Cumhurbaşkanlığı arasındaki fark filanın sülbünden gelip gelmemekten ibarettir. Bu milletin başına bu kadar beladan sonra bir de Cumhurbaşkanı seçimi beliyesini sarmaya ne lüzum var.'
Klasik bir parlamento adamı olan Lütfi Fikri Bey'i sinirlendiren sözlerdir bunlar. Lütfi Fikri Bey'e göre TBMM'nin yanlış yola sapmayacağı belli değildi. Meşrutiyet Meclislerini 'Evet Efendimci' hale getiren Talat Paşa gibi komitacıların ileride ortaya çıkıp da TBMM'ni aynı şekle sokmayacaklarını kim garanti edebilirdi. Lütfi Fikri Bey, fikren asla bağdaşamayacağı Şükrü Hocanın tezine katılmaktaydı. Halifeye yazdığı bir mektupta, ölüm tehlikesiyle karşılaşsa bile yerinden kıpırdamamasını öğütlüyordu. Oysa ulusun saltanatı başlamıştı. Ankara'nın sesi Hakimiyet-i Milliye'den duyuluyordu artık.

Eski Muhalefet

Cumhuriyet rejiminin kabulü artık bir zorunluluktu. Başkansız bir Meclis, Halifeli bir Cumhuriyet 1924 yılının Batılı bir Ansiklopedik sözlükte şu garip tanımlamanın konusu olmuştu ; 'Türkiye, ırsi halifeliğe dayanan dini demokrasi hükümetidir.'
Cumhuriyet, birbirlerine ateş püsküren İstanbul ve Ankara gazetelerinin savaşçı iklimi içinde ilan edilmişti. İstanbul basını çoğunlukla Cumhuriyetin karşısında saf tuttu.
Tevhîd-i Efkar Gazetesi, Cumhuriyetin ilanını soğuk ve asabî satırlarla okuyucularına duyurdu; 'Buhran-ı vükela pek ani bir suretle mahiyet değiştirerek bir hükümet şekli ve Cumhuriyet meselesine inkılap ediverdi.' Aynı gazete Vakit gazetesiyle ortak bir fikriyata dayanarak Rauf Bey'in fikirlerini yayınlamış, Darülfünun Hocaları arasında anket açmıştır. Celaleddin Arif Bey'le Muslihiddin Adil Beyler o sıralarda hala tereddüt içindedirler. Nihayet Ebuzziyazade Velid Bey başyazısında baklayı ağzından çıkarır ; 'Bizi korkutan kızıl Cumhuriyet paçavrası mıdır ? '
En olumlu görüş Hüseyin Cahid Yalçın'a aittir. Tanin Gazetesi başyazarı gerçekçidir ve soğukkanlıdır ; 'Anadolu'da TBMM vatanın kaderine fiilen hakim olmaya başladığı dakikadan beri Türkiye'de Cumhuriyet kurulmuştu. Atılan toplar bize yeni bir şey öğretmiyor, yeni bir değişiklik yapmıyor. Yalnız ortaya çıkmış bir durumu tespit ederek karışıklığı gideriyor.'
Bütün bu söz düellolarını Musatafa Kemal sonlandırıyor ve gerçekleri dile getirerek ; 'Cumhuriyetimiz zayıf değildir. Bedava da kazanılmış değildir. Savunmak için gerekli her şeyi yapmaya hazırız.'

Cumhuriyetin Düşmanları

Lozan Konferansı henüz sonuçlanmıştı ki İngiliz New Conventional Gazetesi'nde şu satırlar okunuyordu ; 'Gerçekten Türkiye, teorik bakımdan bağımsız bir hükümet oldu. Lakin bu, ticaret ve sanatta kabiliyetsiz ve sermayeden yoksun ahaliyi bilenlerce malumdur ki, bu bağımsızlığın ömrü pek kısa olacak ve eski durumu bir başkası üzerine alacaktır.'
Türkiye'yi bir sömürge yapmak, karlı bir pazar olarak muhafaza etmek eski bir tezdir. Ayrıca bu tez Türklerin binyıllardır başları üzerlerinden eksik olmamıştır. Bu politikanın milli uyanışlar çağında hala sahada kullanılır bir argüman olması, bugün bile düşündürücüdür.
Dışarıdaki bu sinsi tehlike içeride de kendisine bir ortak bulmuştu. Yeşil bayraklarla Halife Abdülmecid'in 7777 askerle hudutta beklediği hastalıklı hezeyanına sarılarak laik Cumhuriyete saldıranlar bugün daha güçlü bir biçimde sahadadırlar. Bunlar demokratik koşullar içinde kendilerini daha güçlü ve etkili hissetmektedirler. Bunlar eski muhalifler veya onların kapıkulları. Ama bilinmelidir ki Cumhuriyet ve Mustafa Kemal'in çocukları güçlüdür. Cumhuriyeti korumak için her şeyi yapmaya hazırdırlar.

Cumhuriyetin Çocukları

İstanbul Mebusu Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Cumhuriyet çocuklarını Erzurum Mebusu Ziya Hoca'ya 1925'de şöyle anlatıyordu ; ' Bir buçuk asırdır Türkiye'nin sahnesinde benimle hemfikir olan kimse yoktu. Ben içtimai bir örnek olarak ancak seksen seneden beri varım. Seksen, nihayet yüz seneden beridir ki zavallı Türk milleti yeni rehberlerinin arkasında kurtuluş mücadelelerini yapıyor. Tanzimatını yapıyor. Meşrutiyetini ilan ediyor. Cumhuriyetini tesis ediyor. Bunları yapanlar kimlerdir? Bakınız, aralarında Ziya Efendiler var mıdır ? O insanlar bizim neslimizdir. Yüz seneden beri hürriyeti, tekamülü, teceddüdü arayanlar onlardır ve nihayet memleketi muzaffer edenler de onlardır.'
Cumhuriyetçi kuşak, bu memlekete yeni bir ahlak, yeni bir zihniyet, çoktandır unutulmuş bir özgürlük ve kurtuluş heyecanı getirdi. Cumhuriyetçiler, Anadolu'da düşmanla savaşırken, aynı düşmanın çizmeleri altına bu ülkenin bağımsızlığını ve geleceğini bir halı gibi seren devlet adamlarıyla, etnik ve kavmiyetçi zavallı işbirbirlikçilerle ve dini kendi gelecekleri için kullanan yeşil sarıklılarla da savaşmak zorunda kaldılar. İşte bunun için bu Cumhuriyet en değerli olan, en büyük ve en vazgeçilmez olandır.
Cumhuriyetin çocukları ne pahasına olursa olsun, bu Cumhuriyeti koruyacaklardır.

Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti Devleti
Yaşasın Laik ve Demokratik Türkiye
Ne Mutlu Türk'üm Diyene !!!