Ülkemizin eğitim sistemi Küresel Salgının en derinden örselediği alanlardandır. Çünkü eğitim alanımızın 'kronik hastalığı' o kadar çok ki…

Örneğin, eğitim alanının temel unsurlarından olan 'öğretmenlerimizin ve diğer eğitim çalışanlarımızın örgütsel yaşamı' hem süreğen hem de ivecen hastalıklar taşıyor.

Bu durumun son örneği 28-29 Kasım 2020 tarihlerinde yapılan EĞİTİM- SEN Genel Kurulunda yaşandı. O genel kurulda yaşananlar ve sonrasında yapılan kısır tartışmalar, başta bencileyin uzun yıllar demokratik öğretmen örgütlenmesine emek vermiş olanlar olmak üzere tüm duyarlı eğitimcilerin yüreğini burktu.

EĞİTİM SENDİKALARIMIZIN TEMEL SORUNU

Konuya çok beğendiğim bir savsözle girelim: 'Bana bir ülkedeki öğretmen örgütlerinin durumunu söyleyin, size o ülkedeki öğretmenlerin ve eğitimin kalitesini söyleyeyim…'

Günümüz Türkiye'sinde 'Kamu Görevlileri Sendikaları Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri Kolunda' 2020 yılı verilerine baktığımızda durum tam anlamıyla 'paramparça' ve içler acısıdır. Çünkü:

  • Ülkemizde eğitim, öğretim ve bilim hizmetleri kolunda kurulmuş '50 civarında' eğitim sendikası vardır.
  • Eğitim işkolundaki sendikaların toplam üye oranları (Eğitim Bir- Sen % 34, Türk Eğitim- Sen % 17, Eğitim- Sen % 6, Eğitim- İş % 4 ve diğerleri % 1 ) % 62 civarındadır ve hiçbiri tek başına salt çoğunluğa sahip değildir.
  • Hiçbir sendikaya üye olmayan eğitim çalışanlarının oranı ise (% 38) ayıp sayılacak kadar yüksektir.

Ne yazık ki bu sendika çokluğunun arkasında 'mesleksel/ sendikal ilkeler değil; etnik, dinsel ve ideolojik/ politik farklılıklar' yatmaktadır.

Mevcut dört büyük sendikanın güdümlü/ yandaş oldukları siyasal eğilimler şöyledir: Eğitim Bir Sen (AKP), Türk Eğitim Sen (MHP), Eğitim- Sen (Bazı radikal sol partiler ve HDP), Eğitim- İş (Bazı ılımlı sol ve merkez sağ gruplar)

Bu çarpık durum, ülkemizde % 40 civarında eğitim çalışanının hala 'hiçbir sendikaya üye olmamasının' da temel etkenidir.

Mevcut sendikaların arkasında yatan bu 'etnik, dinsel, ideolojik/ politik etkenler', evrensel sendikal ilkelere aykırıdır. Sendikal hak ve özgürlüklere bin bir engel getiren ülkemizdeki 'şahsım devleti (!)' ise (işine geldiği için) bu ayrılık yangınına petrol sıkmaktadır…

Özetle ülkemizde eğitim sendikalarının temel sorunu, 'siyasal gruplara dayalı olarak yapılanmalarındadır.'

Bir kez daha ne yazık ki, bu sorun uzun yıllardan beri ülkemizde demokratik öğretmen örgütlenmesinin özünü kemirmektedir…

ULUSLARARASI SÖZLEŞMELER NE DİYOR?

Dünya düzeyinde 'sendikal hak ve özgürlükleri korumak ve geliştirmek' amacıyla kabul edilmiş birçok uluslararası sözleşme var. Başta İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddeleri olmak üzere; Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) bünyesinde kabul edilen birçok Sözleşme ve Tavsiye Kararı konunun genel örnekleridir. (Bu sözleşmelerin büyük çoğunluğu Türkiye tarafından da imzalanmıştır.)

Konumuzla doğrudan ilişkili olan 'Sendikacılık Akımının Bağımsızlığı Kararı' ise ILO'nun 26 Haziran 1952 tarihli toplantısında kabul edilmiştir. Bugün bu Karar, hukuksal konumu ötesinde saygınlık ve önem kazanmış; ILO denetim organları kararlarında çok sık biçimde kullanılan bir başvuru kaynağı durumundadır.

Bu Karar'ın kabul edildiği 1950'li yıllar, dünyanın ideolojik bloklara ayrıldığı yıllardır. O yıllarda kapitalist ülkelerdeki devletler bir yandan sendikal haklara karşı ağır yasaklar koyarken, bir yandan da devlet güdümlü sendikalar oluşturmaktadırlar. Sosyalist bloktaki ülkelerde ise sendikalar iktidardaki komünist partisinin yan örgütleri durumundadır.

Karar, Sendika özgürlüğüne ilişkin çeşitli ILO sözleşmelerinde, 'sendikaların siyasal etkinliklerinin ve siyasal partilerle ilişkilerinin çerçevesini çizen açık kuralların yer aldığı' bir metindir. Bu anlamda 1952 Kararı, bu alandaki boşluğu dolduran (özellikle 87 sayılı Sözleşme için) bir içtihat durumundadır. Karar'ın maddelerinden birkaç örnek:

  • 'Sendikacılık akımının temel ve sürekli amacı, çalışanların ekonomik ve toplumsal ilerlemesidir.'
  • 'Sendikaların, her ülkede ekonomik ve toplumsal kalkınmayı ve halkın tüm ilerlemesini özendirmek amacıyla harcanan çabalara katılarak yerine getirecekleri önemli bir rolü vardır.'
  • 'Her ülkede sendikacılık akımının özgürlüğünü ve bağımsızlığını korumak kaçınılmazdır.' Başka bir anlatımla, 'ülkedeki siyasal değişme ve gelişmeler ne olursa olsun, sendikaların özgür ve bağımsız olmaları gerekir…'
  • 'Sendikalar, üyeleriyle ilgili olarak soy, ulusal köken, din ya da siyasal eğilim ayrımı yapmaksızın kurulmalı ve sendikal amaçlarına bu ilkeye uyarak ulaşmaya çalışmalıdırlar…'
  • 'Hükümetlerin, ekonomik ve sosyal politikalarının uygulanması için, sendikaların işbirliğini elde etmeye çaba gösterdikleri zaman bu işbirliğinin, geniş ölçüde, sendikacılık akımının özgürlüğüne ve bağımsızlığına bağlı olduğunun bilincinde olmaları ve sendikacılık akımını bir siyasal amaç olarak kullanmamaları gerekir.'

SONUÇ OLARAK

'Sendikacılık Akımının Bağımsızlığı Kararı' nın, ülkemizdeki sendikal hak ve özgürlükler açısından değerlendirilecek iki yönü var.

Birincisi devlete (ulusal yasalarımıza) yöneliktir. Bu konuda uluslararası hukuka uygun yasal düzenlemeler yapılması devletimiz açısından bir zorunluluktur.

İkinci yönü ise sendikalarımıza yöneliktir. 'Siyasal ilişkiler ve siyasal eylemler sırasında, sendikaların bağımsızlığının ve sürekliliğinin mutlaka korunması istenmektedir.'

Başka bir deyişle, 'sapla samanın' ya da 'elmalarla armutların' birbirlerinden ayrı tutulması önerilmektedir…

Özellikle eğitim sendikaları devletten, işverenden ve ayrıca; ister iktidarda ister muhalefette olsun tüm siyasal partilerden bağımsız olmak durumundadırlar.

Sözlerimi, 6 Kasım 2020 Pazar günü yitirdiğimiz ülkemizin yüz akı sanatçılarından Timur Selçuk'u saygıyla anarak, o güzel bestesinin o ünlü dizeleriyle bitirmek istiyorum:

'Nereye payidar nereye?/ Çıkmaz bu yolu bir yere…'

Sağlıkla sevgiyle dostlukla, birlikte…