Zımmî Hukuk
Osmanlı Devleti'nde gayr-ı müslim reayanın yönetimi, Zımmi Hukuk'a göre uygulanmaktadır. Bu hukuk, gayr-ı müslim teb'a için bazı konularda yarı özerk bir statünün kendilerine tanınması demektir. Bu çerçevede Osmanlı Devleti'nde gayr-ı müslimlerin yönetiminde takip edilen yönteme, 'Millet Sistemi' denilmektedir. Bu sistem kapsamında, her biri birer cemaat 'Millet', olarak tanınan büyük gayr-ı müslim gruplar, kendilerini devlet nezdinde temsil ve idare eden liderlerini kendi yöntemlerince seçmekte, padişah da o kişiyi tayin etmekteydi. Seçilen bu kişiler cemaatin hem dini, hem de idari lideri olarak, devlete karşı sorumlu olmakta ve kendisi 'Millet Başı' olarak anılmaktaydı. Zımmîlerden millet olarak teşkilatlananlar, ülkede önemli bir nüfusa sahip olan Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdi. Devletle ilişkilerini Millet Başları sağlardı.
Ermeniler Hz. İsa'nın tek bir tabiatı olduğunu savunan ve Monofizit denilen bir öğretiye sahiptiler. Bu sebeple, Ortodokslar tarafından dinsizlikle suçlanıyorlardı. Erivan yöresi Ermenileri Eçmiyadsiz, Van bölgesi Ermenileri Akdamar, Kozan- Maraş ve Halep yöresi Ermenileri Siskatagikosluklarına (Başpatriklik) bağlıydılar. Fatih Sultan Mehmed 1461 de, Bursa Başpiskoposu Hovakim'i İstanbul'a getirterek, O'nu Ermeni Kilisesi Patriği olarak tayin etti ve kendisini Rum Patriğinin ve Hahambaşının yetkileriyle donattı. Bundan sonra devlet, Ermeni toplumuyla olan ilişkilerini İstanbul Patriği aracılığıyla yürüttü. Fatih'i böyle bir düzenlemeye iten sebeplerden birisi de, İstanbul'un nüfusunu artırmak olduğu söylenebilir. Nitekim İstanbul'un zaman içerisinde dünyada en kalabalık Ermeni nüfusunun olduğu şehir haline gelmesi bu görüşü doğrulamaktadır. Fethedilen bölgelerdeki Ermeni halk, planlı bir şekilde İstanbul'a getirtilerek yerleştirildi. 19. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul'daki Ermeni nüfusunun 150.000'i bulması bu siyasetin bir sonucudur.
Hukuki açıdan ister millet olarak teşkilatlandırılmış bulunsunlar, isterse bağımsız kilise ve cemaatler halinde var olsunlar, her iki halde de Zımmîlerin hukuki ve kazaî haklardan faydalandıkları görülmektedir. Hatta, nüfus yoğunluğu az olan toplulukların dahi kendi inanç ve mezheplerine göre organize olmalarına da olanak sağlanmıştır.
Osmanlı Devleti'nde Zımmîler, Müslümanlarla eşit hak ve yükümlülüklere sahip değillerdi. Cemaat mensupları bir itiraz olmadıkça evlenme, boşanma ve miras gibi medeni haklarını tamamen kendi hukuk kurallarına, ceza hukukunun alanına giren konularda ise Osmanlı Hukukuna ve mahkemelerine tabi idiler. Bunlar dilediklerince ibadet edebilir, tarım ve ticaret gibi uğraşılarla kazançlarını hiçbir engelle karşılaşmaksızın sağlayabilirlerdi. Hükümet tarafından tayin edilen 'Cizye'yi ödemeleri şartıyla askerlik gibi zorunlu devlet hizmetlerinden muaf tutulmakla birlikte, derbentçi, voynuk ve martaloz gibi hizmetlerde de istihdam edilebilirlerdi. Bu rahat ve serbest yaşam sunan siyaset yüzünden, Balkanlardaki prensliklerde feodal sistem içindeki birçok topraksız ve mutsuz köylünün, kötü yaşam şartları altında yaşamak zorunda olmaları ve ağır vergiler yüzünden yer yer gönüllü olarak Osmanlı yönetimine katıldıklarını biliyoruz. Gayr-ı müslimlerin inançlarını yaşamalarına izin verilir, kutsal mekanlarına dokunulmaz, kiliselerinin tamir veya süslemek için kullanılacak olan her türlü eşyanın ithali halinde gümrük vergisi alınmazdı. Hatta İslam dini tarafından haram sayılmasına rağmen kendi dinlerince meşru görülen örneğin, domuz eti yemek, şarap içmek gibi davranışta bulunmaları da engellenmezdi.

Birlikte Yaşam- Uzlaşmalar-İhtilaflar
Devlet gayr-ı müslimlere yeterli ölçüde dini ve vicdani düşünce hürriyeti tanırken zaman zaman bazılarının ihtida ederek, Müslüman olduklarını da görmekteyiz. İhtida olaylarından dolayı durum bazen taraflar arasında huzursuzluklara sebep olsa da genel olarak Müslümanlarla gayr-ı müslimlerin ilişkisi büyük oranda barışçıldı. Örneğin, Müslümanlar Ramazan ve bayramlarda komşuları olan gayr-ı müslimlere yemek ve tatlı gönderirken, onlar da Paskalya tatlısından Müslümanlara gönderirlerdi. Düğünlerde, cenazelerde bir arada olurlar, Ramazanda gayr-ı müslimler çocuklarına dışarıda bir şey yememelerini öğütlerler, bir Hıristiyan, Müslüman hocaya rüyasını yorumlatıp kendisini okuturken benzer hareketleri Müslümanların da yaptığını görüyoruz. İki taraf karşılıklı mülk alışverişi yapar, kefil tayin eder, borç alır, hatta mahkemede birbirleri lehinde şahitlik yaparlardı. Mecbur olmamalarına rağmen miras paylaşımını Şer'iye Mahkemeleri'nden talep edebilirlerdi. Yerine göre bir gayr-ı müslim mahkemede hakkını korumak üzere bir Müslümanı vekil tayin eder, o da başka gayr-ı müslimlerin şahitliği ile davayı kazanırdı. Taraflar birbirlerinin dillerini konuşup, kültürlerinden etkilenmişlerdir. Örneğin, Ermeniler kendi alfabeleriyle Türkçe eserler yazmışlardır. Ülkedeki gayr-ı müslimler arasındaki en önemli dini ihtilaflar, Hıristiyanlığın farklı mezheplerinden olmaları sebebiyle önceleri Rumlar ile Ermeniler arasında bir yerdeki kilisenin kullanımı veya mezarlıkların aynı olması gibi konulardan kaynaklanmaktaydı. Bu tür anlaşmazlıklarda devletin bulduğu formül gelen talep doğrultusunda ya Rumlara ya da Ermenilere yeni bir kilise yapımı veya mezarlık için yeni bir arazi tahsisi idi.
Tespit edildiği kadarıyla Ermenilerle ilgili dini kaynaklı ihtilaflar, 19. Yüzyılda yoğunlaşan misyonerlik hareketleri sonucunda bazı Ermenilerin Katolik veya Protestan mezhebine geçmesiyle başladı. Ermeni Patrikhanesi'nin bu duruma şiddetle tepki göstermiş olması nedeniyle, iki mezhep taraftarları arasındaki tartışmalar yüzünden konu gittikçe büyüyen bir güvenlik meselesi halini de almaya başlamıştır. Sonuçta Ermeni Patriği Padişaha başvurarak mezhep değiştirmenin yasaklanmasını talep etmiş, bunun üzerine, 1835 Nisanında mezhep değiştirme yasaklanmıştır. Ancak, Fransa tarafından yapılan ağır baskılar ve yasaklamanın da pek işe yaramaması sebebiyle mezhep değiştirme 1844'de serbest bırakılacak, daha sonra da zorla mezhep değiştirme yasaklanırken, kendi rızasıyla Katolik veya Protestan olanlara müdahale edilmemesi konusunda da ferman çıkarılacaktır.

Toplumsal Değişim-Etkileşimler
Gayr-ı müslim cemaatler okul açabilme ve ders programlarını serbestçe belirleme haklarına sahiptiler. Osmanlı Hükümeti hem okullardaki eğitim ve öğretim çalışmalarını hem de kiliselerde papazların verdikleri vaaz ve öğütleri takip etmezdi. Üstelik mahalli yetkililerin merkezden izin almadan kiliseleri teftiş etmeleri de yasaktı. Zaten 19. yüzyılda bağımsızlık peşinde koşanların kilise ve okullarda üslenmelerini sağlayan devletin izlediği bu politikaydı.
Osmanlıların izlediği 'Zımmî' siyaset zamanla yetersiz olmaya başladı. Bu yetersizlik özellikle Fransız İhtilali'yle ortaya çıkan yeni talepleri cevaplama konusunda kendini gösterdi. Gerek sanayi devrimiyle Batı dünyasında meydana gelen büyük değişim ve gelişme, gerekse Fransız İhtilali'yle yayılan fikirler, Avrupa'da köklü değişimin temellerini attı. Liberal, Sosyalist ve Milliyetçi fikirler zaman içerisinde Fransa'da sloganlaşan 'Eşitlik- Adalet- Hürriyet' prensiplerini daha da somut taleplere yöneltti. Osmanlı'ya karşı başlatılan Sırp ve Yunan isyanları, Osmanlı'nın geleneksel 'Zımmî' siyasetiyle artık bu toplumların yönetilemeyeceğini göstermekteydi. Ortaçağda kendi devletinden kurtulmak, Osmanlı'ya iltica etmek avantajlar ve fırsatlar yaratmakta iken, artık 19. yüzyılda servet edinme olanakları, dini ve mezhebi baskıların yokluğu, yönetici kadrolara dahil olma kolaylıkları Batılı devletlerde daha fazlaydı. O devletleri model alarak kurulacak 'Milli Devletler'de yaşama alanları daha tercih edilmeye değer görülmekteydi. Buna rağmen ülkedeki gayr-ı müslimlerin Batı'da meydana gelen gelişmelerden etkilenerek, bağımsızlık hareketlerine yönelmeleri yaygın olarak 1860- 1870'li yıllarda söz konusu olabildi. 19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı Devleti, ne eskisi kadar adaletliydi ne de teb'asının güvenliğini her durumda sağlayabilecek kuvvete sahipti. Devletin gayr-ı müslim teb'asıyla bağlantıları bu noktada kopmaya başlamıştı. Artık azınlıkların tahrik edilmeleri daha kolaydı. Basit bir vergi tartışması kolayca büyük bir isyanın öncüsü olabiliyordu. (Devam Edecek).