Ayrılıkçı Hareketlerin Boyutu-Baskı-Çözülme

Ermeni ayrılıkçı hareketlerini oluşturan öncü kadro, ailelerinin yabancı şirketlerle işbirliğinden dolayı hem maddi bakımdan refaha erişmiş, hem de Batılı fikirlere aşina ailelerin Batı Avrupa ülkelerinde eğitim görmüş çocuklarından oluşmaktaydı. İngiliz ve Fransız Mason localarının da bu konudaki desteği unutulmamalıdır. Örneğin, Ser (sevgi) Locası (1876- 1894) İstanbul'da Fransız himayesi altındaki birçok locadan biriydi. Loca sadece Ermenilere özgü idi. Ritüellerini de Ermenice yapmaktaydılar. Locanın üyeleri önceleri İstanbul'daki ileri gelen Ermeniler iken, zamanla orta sınıftan insanlar da buraya katıldılar. 1860'da yazılan ve 1863'de Osmanlı Hükümetince bazı değişiklikler yapılarak kabul edilen, 'Ermeni Milleti Nizamnamesi', Fransız Anayasası'na dayanmakta olup, Paris'te okumuş ve 1848 ihtilallerine katılmış liberal Ermeni aydınlarının eseriydi. Bu Nizamname, Ermeni milletinin idaresinde adeta kuvvetler ayrılığı getiriyor, yürütme organı oluşturuyor, dini, sivil, eğitim, ekonomi ve yargı alanlarında özel kurullar oluşturuyor ve Ermenilere gerçek bir kültürel ve dini özerklik güvencesi veriyordu. Nizamnamenin özellikle sivil karakterinin baskın oluşu, ruhbanların rollerinin sınırlandırılması, Fransız tipi laikliğin, Avrupa'da moda haline gelmeye başlayan Sosyalist- Liberalist görüşlerin bir yansımasıydı. Nitekim bir süre sonra kurulan Ermeni örgütlerinin Nasyonal Sosyalist ve Marksist karaktere sahip olması bir tesadüf değildi.
Tanzimat yıllarından itibaren Müslüman aydınların ayrılıkçı hareketlere bulduğu çözüm, din esaslı millet sistemi yerine, 'Osmanlılık' fikrini kuvvetlendirmek oldu. Böylece geleneksel anlayış ve düşüncelerde değişim başladı. O zamana kadar Müslümanların hakim millet olduğunu benimseyen ve idarede, askeriyede ve ilmiyede Türk ve Müslüman nüfusun etkinliğine dayanan sistemin yerine Türk ve Müslüman üstünlüğünün yok sayılarak 'Osmanlı Milleti' diyebileceğimiz bir düzen kurulmaya çalışıldı. Ancak, yapay yollarla bir millet oluşturma fikri sosyolojik olarak temelsizdi. Buna rağmen yöneticilere bu fikrin uygun geldiği görülmektedir. Bu fikrin tutabilmesi için devletin cazibe merkezi olabilmesi gerekliydi. Halbuki 19. Yüzyılda Osmanlı, artık bir cazibe merkezi olmaktan çıkmış, hatta Osmanlı vatandaşı olmamanın daha fazla çıkar sağladığı görülmekteydi.
Artık devletin ayrılıkları önlemeye idari ve askeri gücü, fikri potansiyeli, hukuki alt yapısı, ekonomik cazibesi ve değer yargıları yetmemekteydi. 16. yüzyılda yaşayan bir Ermeni gencin hayali, dünyanın en güçlü devletinin vatandaşı olarak yaşarken, kendi cemaati içerisinde ilerlemek, mesleğinde kendisini göstererek Sultan'a, ailesine veya diğer yöneticilere yakın olmaktı. Müslümanların üstünlüğü umurunda değildi. Üstelik minnet hissi duymaktaydı. Ancak, aynı tavrı Osmanlı Devleti'nin her alanda yetersizleştiği, ordunun her savaşta perişan olduğu, nüfusunun %90'nın cehaletin pençesinde kıvrandığı, coğrafi büyüklüğüne karşın kuvvet bakımından çok gerilerde kalan yabancı ülke büyükelçilerinin bakanları, sadrazamları hatta padişahları tehdit ettiği, akıl verdiği, söz dinlettiği devirde yaşayan Ermeni'den beklemek hiç de gerçekçi değildir.
19. yüzyıldaki bir Ermeni , yabancı şirketlerinin temsilciliğini yaparak daha da zenginleşen babasının parasıyla gidip Paris'te, Londra'da, Viyana'da eğitim görüyor, böylece dünyaya bakışı, felsefesi, idealleri hatta inancı değişiyordu. O artık Kiliseye devam etmesine izin verildiği için mutlu olan Ermeni köylüsü değildi. '1848 Manifestosu' yayımlanırken, Batı Avrupa'nın başkentlerinde öğrenci olayları yaşanıp, sosyalist sloganlar atılırken, kitlelerin arasında Ermeni gençler de vardı. Bu yüzden, takip eden yıllarda Ermeni tedhiş teşkilatlarını kuranlar din adamları değil, sosyalist, nasyonal sosyalist ve mason Ermenilerdi. Üstelik yeni nesiller artık 'tabii hukuk yetmez, pozitif hukuk gerekli' diyerek parlamentarizmden yana tavır alıyorlardı.
Batı dünyasını kökten etkileyen yeni düzen arayışlarının boyutlarını ve derinliğini, Osmanlı başlangıçta algılayamadı, bu yüzden de çözümleri önceden üretilemedi. Problemlerin arkasından yetişilmeye teşebbüs edildiğinde de genellikle günü kurtarmaya yönelik gayretler yetersiz kaldı. Temel sorun, Osmanlı'nın cazibe alanı olmaktan çıkmış olmasıydı. Her şeye rağmen Osmanlı düzeninin bozulmasından yaklaşık iki yüzyıl sonra dağılışın söz konusu olması bile sistemin temellerinin sağlam olduğunu gösterir. Halbuki Avusturya, Rusya İmparatorlukları en güçlü oldukları dönemlerde yıkılmışlardır. Onca tahrike, teşvike, baskıya ve yönlendirmeye rağmen Ermenilerin, 19. yüzyılın son çeyreğine kadar Osmanlı'nın yanında olması bunu göstermektedir. Üstelik bu tarihlerde bile Ermeni isyanlarına katılanlar 'azgın azınlık' olup 'makul çoğunluk' ise sessiz kalmak suretiyle olayların gelişimine seyirci kalmış, devletin zamanında ve isabetli icraatlarının ortaya çıkamayışı yüzünden zamanla azgın azınlığa katılanların sayısı artmıştır. Ayrıca yabancı basının yalan haberlerine, iftiralarına, abartmalarına cevap veremeyen, Müslüman askeri kıyafeti giyerek Ermenilere saldıran Hınçak veya Taşnak militanlarının gerçek yüzünü, sadakati tercih eden Ermenilere gösteremeyen Osmanlının gelişmeleri engellemesi mümkün değildi. Osmanlı Devleti kendisinden yardım isteyenlerin yardımına koşamıyor, samimi Hıristiyanlar devlet ile komitacılar arasında kalıyordu.
Artık çağ değişiyordu. Değişmeyen, değişime direnen Osmanlı düzeni idi. Yeni problemlere yeni çözümler sunmayan, sunamayan Osmanlılardı. Bu yüzden Paşa çocukları, dadılar elinde büyüyen torunlar, hatta prensler dahi ülkeden kaçıyorlardı. Osmanlı düzeninin bozulması ve kendini yenilememesi yüzünden Müslüman Türk aydınları arayış içindeydi. Gayr-ı Müslim aydınların da arayış içerisinde olması şaşırtıcı değildir. Osmanlıların, Gayr-ı Müslimleri yüzyıllarca dönemin standartlarına göre en iyi şekilde yönettiler, din ve vicdan özgürlükleri verdiler diye onlardan sonsuz bir vefa duygusu beklemesi gerçekçi değildi elbette. Sonuç olarak Osmanlı Devleti artık ömrünü tamamlamıştı, yaşananlar ise yeni devletlerin, yeni üretim araçlarına bağlı yeni üretim ilişkilerinin bir tür doğum sancıları idi.(Son).