Himaye Siyaseti
Kapitülasyonların diğer bir etkisi de, özellikle Gayr-ı Müslim teb'ayı yakından ilgilendiren ve Osmanlıları tedirgin eden bir yöntemin ortaya çıkmasına sebep olmasıdır. 19. Yüzyılda yabancı ülkeler ile düzenli diplomatik ilişkilerin kurulmasını takip eden Osmanlılar, devletlerinin varlığını çok tehlikeli biçimde tehdit eden ve genel olarak 'Himaye Sistemi' diye anılan uygulama ile karşı karşıya kaldılar. Himaye sistemi ilke olarak Osmanlı teb'asından olan bir Gayr-ı Müslim'in, yabancı bir ülkenin vatandaşlığına geçmesi ve buna karşılık o devlette değil de, Osmanlı ülkesinde bir yabancı gibi yeni milliyetiyle yaşamaya devam etmesi demekti. Esas olarak Osmanlı vatandaşı olan Gayr-ı Müslimlerin yabancı devletlerin himayesine girmesini sağlayan bir kavramdı. Böylece, Osmanlı Devleti'nin koruması altındaki 'Zımmî' olmaktan çıkan Gayr-ı Müslimler, Avrupa Devletleri'nin vatandaşları sıfatıyla hareket edeceklerdi.
Başlangıçta 'Himaye Sistemi' kapsamına girenlerin sayısı son derece sınırlı olup, Osmanlı Hıristiyanları ile Yahudilerin yabancılar adına, konsolos vekilliği, tercümanlık, ticaret acenteliği ve hizmetçilik gibi işleri yerine getirmeleri için uygulanmaktaydı. Bu görevlere atananlara Bab-ı Âli tarafından Osmanlı yargı sisteminden ve bazı vergilerle, yükümlülüklerinden muaf olduklarına dair birer berat verilmekteydi. Böylece bir Gayr-ı Müslim Osmanlı vatandaşı, yabancı bir ülkenin kapitülasyon anlaşmaları ile tanınan haklarından faydalanmakta ve onun himayesine girmekteydi.

Beratlar Meselesi-Muafiyetler-Batılı Müdahale
Beratlarla tanınan muafiyetleri içeren ve 'Patent' adı verilen himaye kağıdını yabancı devlet büyükelçilerinin diledikleri kadar dağıtmaları, devletin himayelilerin sayısını sınırlandırma şansını yok etti. Zamanla bu hakların mirasla intikali, Osmanlı Devleti'nde bir beratlı sınıfının doğmasına da sebep oldu. Daha 18. Yüzyılda, İmparatorluğun sonradan kaybedeceği topraklarda, Avusturya'nın yaklaşık 250.000 kişiye imtiyaz belgeleri dağıttığı tahmin edilmektedir. Böylece Osmanlı dış ticareti, çoğunlukla Yahudi ve Rum unsurun eline geçti. 1793'te Halep Valisi, Bab-ı Âli'ye yazdığı bir raporda, şehirde 1500 kadar konsolos tercümanı bulunduğunu, hepsinin ticaretle meşgul olmasına rağmen vergiden muaf olduklarını yazmaktaydı. 19. yüzyıl ortalarında İngiltere'nin koruması altında olan insan sayısı 1.000.000'a yakındı. Sadece 1851 yılında 3965 kişi İngiliz himayesine girmişti. 1860'ta İstanbul'daki Amerikan temsilciliği, başkentte yabancı statüsünde olan Osmanlı vatandaşının sayısını 50.000 olarak vermektedir. Devletin önleyici çalışmaları ise sonuç vermeyecektir.
Berat alan bir kişi, ticari ve mali imtiyazlar elde ediyor, artık Osmanlı kanunlarına tabi olmuyor, bazı vergileri ödemiyordu. İthalat ve ihracatta gümrük vergilerini diğer Osmanlı vatandaşlarından daha az veriyordu. Askerlik mükellefiyetleri de ortadan kalkıyor, böylece cizye vermiyorlardı. Adli, ya da siyasi suçlardan ötürü sorumlu tutulamıyorlardı.
Himaye sisteminden yararlanan tüccarlara verilen imtiyazlar, zamanla Müslümanlar aleyhine gelişme gösterdi ve Avrupa himayesindeki tüccar çok sayıda muafiyetle, haksız bir rekabet sayesinde yerli tüccara oranla hızla güçlendi. Kapitülasyonlardan yararlanan yabancıların Osmanlı vergi sisteminden muaf olmaları sebebiyle, Gayr-ı Müslimler için himaye sistemi vergi kaçakçılığı için en kolay yoldu. Sadece vergi kaçakçılığı yapılmıyor, tefecilik yoluyla Müslüman halk acımasızca sömürülüyordu.
Gayr-ı Müslimlerin himaye sistemini benimsemelerinin en önemli hedeflerinden biri de, siyasi idi. Avrupa Devletleri, kendi korudukları Zımmî gruba bu beratları satarak, onlar üzerindeki himaye politikalarını kolaylaştırıyorlardı. Avrupa'daki milliyetçilik akımları, Balkanlardaki bağımsızlık hareketlerini körüklemişti. Uygulanan millet sistemi sayesinde kalabalık Müslüman topluluklar arasında, rahatça varlıklarını sürdüren bu cemaatler, asimile olmayarak zamanla siyasi oluşumların, temellerini kolaylıkla atmaya fırsat bulmuşlardır. Bu nedenle onlar için yabancı devletin himayesine girmek, kendi çıkarlarına yaradığı kadar, bağımsızlık yolunda da atılmış bir adımdı. Yunan isyanında olduğu gibi güçlü hamilerine baskı yapabilirler ve o milletin bağımsızlığını sağlayabilirlerdi. Rumları ve Ermenileri Rusya, Katolikleri- Mağrunileri- Protestanları ve Yahudileri İngiltere ve Almanya, Eflak Boğdan'ı Avusturya- Macaristan, Dürzileri de yine İngiltere himaye altına almıştı.
Batılı devletlerin himayesine giren Osmanlı vatandaşlarının sayıları arttıkça, o devletlerin ülkedeki nüfusu da artmakta, güya artık kendi vatandaşları sayılan bu grupların hak ve çıkarlarını korumak için müdahale de bulunmaktaydılar. Bu müdahaleler gerek devlet adamlarını gerekse halkı derinden yaralayacak derecelere varmakta, konsolosluk tercümanları ise işi tamamen küstahlık düzeyine getirmekteydiler. Örneğin, Tanzimat yıllarında Kayseri'de bulunan bazı konsoloslar, bölgedeki Ermenileri kışkırtarak devletle karşı karşıya gelmelerinde büyük rol oynamışlardır. Özellikle devlet merkezine uzak olan yerlerdeki ayanlar ve kabile şeyhleri de, konsolosları bazı işlerinin halli için aracı olarak kullanmayı tercih ediyorlardı. 1850 de askere alınmaya karşı Dürzilerin başlattıkları isyan, İngiliz ve Fransız konsoloslukları aracılığıyla sona erdirilebilmişti. 1882'de Halep'te büyük bir deprem olunca, şehir ileri gelenleri kendilerinin 5 yıl vergiden muaf tutulmaları için Fransız konsolosundan yardım istemişlerdir. Böylece, konsoloslarla Gayr-ı Müslim eşraf arasında ilişkiler artmış, bazı ekonomik faaliyetlere ortaklaşa girişmişlerdir.(Devam Edecek).