19. yüzyılın başından itibaren Osmanlı Devleti'nin içine düştüğü zor ve kötü durum sebebiyle Balkanlardaki gayr-ı müslim teb'a, başta Rusya olmak üzere büyük devletler tarafından kendi politikaları doğrultusunda istismar edilmekte, bunların kendi devletlerini kurma yolundaki mücadeleleri desteklenmektedir. Özellikle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nda Rusların İstanbul önlerine kadar gelmesinden sonra imzalanan Ayastefanos Antlaşması'nın 16. ve ardından bu antlaşmayı yeniden düzenleyen Berlin Antlaşması'nın 61. maddesinde, 'Ahalisi Ermeni bulunan eyalatta ihtiyacat-ı mahalliyyenin icap ettiği ıslahat bîla te'hîr icra ...' ve oralardaki Ermenilerin bilhassa 'Kürtler'in tecavüzleri'nden korunması hükmü getirilmiştir.

Böylece Ermeni meselesi, uluslararası bir sorun halinde ortaya çıkmaktadır. Berlin Antlaşması gereğince İngilizlerin girişimleriyle Ermenilere bağımsızlık yolunu açmayı planlayan ıslahat projeleri uzun süre gündemde kalmış, siyasî gelişmelerin aldığı duruma göre zaman zaman ciddi boyutlar kazanmış, genelde denge politikasının bir unsuru şeklinde tehdit aracı olarak kullanım anını beklemek üzere kendi haline bırakılmıştır.

Bu durum, Doğu Anadolu illerinde bir Ermenistan kurmayı amaçlayan Ermeni örgütlerinin (çete) ortaya çıkmasına ve her türlü kanlı eylemlerle mücadeleye girişmelerine yol açmıştır. Bu nedenle Ermeni meselesi ancak bu örgütlerin 1878 sonrası Makedonya komitacılarının ve günümüzdeki ayrılıkçı Kürt terör örgütü PKK'nın faaliyetleri gibi, kanlı eylemlerinin tarihiyle bağlantılı biçimde yazılabilir ve 1915 tehcîrini de bunlardan soyutlamak mümkün değildir.

Bu örgütler içinde en önemlileri olan Hınçak (Hunchak) 1887 ve Taşnaksutyun (Daşnaktsutiun) 1890 yılında kurulmuş, bunların ortaya çıkmasıyla Anadolu'nun her tarafında kanlı olaylar ve isyanlar meydana gelmeye başlamıştır. Ermeni komitaları, daha önceleri Balkanlar'da olduğu gibi neticede büyük devletlerin müdahalesini sağlamak üzere özellikle Erzurum, Merzifon, Sason, Zeytun, Van, Trabzon, Gümüşhane, Erzincan, Diyarbekir, Halep, Urfa, Muş, Bitlis, Harput, Ayıntap, Kayseri, Sivas, Birecik gibi yerlerde ve II. Meşrutiyet'in ilanıyla Adana'da (Yumurtalık, Dörtyol, İskenderun) olmak üzere 1890'dan itibaren önemli insan kaybına yol açan ve II. Abdülhamid dönemindeki Ermeni katliamları şeklinde takdim edilen isyanlar düzenlemişlerdir. Bu arada İstanbul'da da aynı amaçla olaylar çıkarılmıştır. Osmanlı Bankası'na yapılan baskın (1896) ve cuma selamlığı esnasında II. Abdülhamid'in bombalı bir suikastla öldürülmek istenmesi (21 Temmuz 1905) Ermeni ihtilal ve terör örgütlerinin bu şehirdeki önemli faaliyetleri arasındadır.

Balkan Savaşları'nın (1912-1913) Rumeli topraklarının tamamının kaybedilmesiyle sona eren büyük bozgunu ve içteki siyasal kargaşa Ermeniler için ümit verici olmuş, meselenin nihaî çözümü anlamında Avrupa müdahalesini ciddi biçimde ortaya çıkarmıştır. Böylece I. Dünya Savaşı öncesinde Ermeniler'in yaşadığı altı ilde (Erzurum, Sivas, Elazığ, Bitlis, Van, Diyarbekir) ıslahat meselesi tekrar gündeme gelmiştir. O zamanki idarî bölümlemenin bu altı vilayeti günümüzde Erzurum, Erzincan, Van, Ağrı, Hakkari, Muş, Bitlis, Siirt, Diyarbakır, Elazığ, Mardin, Bingöl, Malatya, Sivas, Amasya, Tokat, Trabzon illerini ve kısmen Giresun'u içine almaktaydı.

Konuyu sahiplenen Rusya, önceleri bu illerin birleştirilmesi ve başına bir yabancı genel valinin getirilmesi konusunda ısrar etmiş, ayrıca illere göçler sebebiyle sonradan gelip yerleşenlerin (Çerkez, Gürcü) buralardan sürülmesini istemiş, özellikle Abdülhamid zamanında göçebe Kürtler'e verilen Ermeniler'e ait arazilerin eski sahiplerine iadesini öngörmüştür. Sözü edilen arazi meselesi ve arazi davaları Kürt ve Ermeniler arasındaki amansız düşmanlığın en önemli sebeplerinden birini oluşturmaktaydı. Kürtler de arazilerinin ellerinden alınacağı endişesini taşımaktaydı.

Başlayan müzakerelerde bu konularda bir anlaşmaya varmanın zor olacağı anlaşıldığından, sonuçta Batılı devletlerin onayını alan Rusya, merkezleri Van ve Erzurum olmak üzere iki özerk il oluşumuna rıza göstermiştir. Buralarda yerleşmiş bulunan Ermeni olmayanların kalmasına izin verilmekle beraber bu vilayetlerin toplamı bakımından nüfus çoğunluğuna sahip bulunmayan Ermeniler'in üstün bir konumda yer alması sağlanmıştır. Bu konuda hazırlanan sözleşme Rusya ile Osmanlı Devleti arasında 8 Şubat 1914'te Sadrazam Said Halim Paşa'nın Yeniköy'deki yalısında imzalanmıştır.

Kurulan özerk illerin başına iki yabancı genel valinin tayinine karar verildiğinden bunların isimleri belirlenmiş (Hollandalı Westenenk ve Norveçli Hoff), tayinleri gerçekleşmiş (25 Mayıs) ve 14 Temmuz'da iradeleri çıkmıştır.

Ermeniler'in bağımsızlığından çok Rusya'nın Doğu Anadolu'ya doğru genişlemesini temin edecek gibi görünen bu proje I. Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla gerçekleşmemiş, böylece Anadolu'nun parçalanması ve Ermeni meselesinin çözümüyle sonuçlanacak olan bu düzenlemenin hayata geçmesini önlemiştir.

Savaşın engellediği nihaî hedef, Ayastefanos Antlaşması sonucunda kağıt üzerinde kalsa bile geçici olarak ele geçirdikleri Makedonya'yı günün birinde tekrar sahiplenme ve Büyük Bulgaristan'ı kurma hayalinden vazgeçmeyen ve bu antlaşmayı hukukî bir dayanak şeklinde gören Bulgarlar'ın çete faaliyetleriyle Makedonya'yı kana boğmaları gibi Ermeniler için de bu antlaşma savaşın ardından Anadolu'nun paylaşımından hisse almaya yönelik umutların, 'Anadolu'nun Rusya ile sınır olan yerlerinde ikinci bir Makedonya yaratmak' istenmesinin, dolayısıyla peşinde koşulan Büyük Ermenistan hayalinin itici gücünü oluşturmuştur.

Bu amaç, Ermeniler'in savaş içinde Rusya yanında yer almasının ve bölgedeki Müslüman nüfusun tamamen ortadan kaldırılmak istenmesinin gerekçesini oluşturmuştur.

İmparatorluğun kaybedilen Makedonya topraklarında Arnavutlar'la Sırplar arasındaki kanlı mücadelenin benzeri şimdi Anadolu'nun bu kısmında Ermeniler'le Kürtler arasında yaşanmaya başlanmıştır.

Kafkaslardan ve Rus-Ermeni istilasına uğrayan yerlerden dehşet içinde yollara düşen 1 milyondan fazla Müslüman halkın, savaşın daha ilk aylarında, yarısına yakın kısmının vahşice katledilmeye başlanması böyle bir hedefin yol açtığı öldürme boyutu içinde gelişmiş ve 1821'de, 'Mora'da hayatta tek bir Türk kalmamalı' sloganıyla 'arazinin boş teslim alınması' hedefine yönelik olarak Rumlar'ın giriştiği kitlesel katliamlarla benzeşen kanlı bir hesaplaşma içinde geçmiştir. Savaşın başlarındaki bu gelişmelerin 1915 tehcîrine gerekçe olduğu açıktır.

İşgale uğrayan bölgelerde Rus-Ermeni karışımı kuvvetlerin Müslümanların tamamen ortadan kaldırılmasını, dolayısıyla bir etnik temizliği öngören, içlerinde Erzurum mebusu sıfatıyla Osmanlı meclisine girmiş olan Karakin Pastırmacıyan (çeteci adıyla Armen Gora) gibilerin de yer aldığı Ermeni çetelerinin sürdürdüğü katliamlar bölgedeki Müslüman ahalinin yollara dökülmesine ve büyük kayıplar verilmesine yol açmış, cephe ilerisi ve gerisindeki çarpışmalar bir sivil savaş haline dönüşmüştür.

Müslümanlarla Ermeniler arasında cereyan eden bu mücadelenin, zayi olan ve günümüze kadar propaganda malzemesi olarak kullanılan abartılı Ermeni nüfusundan çok daha fazla oranda bir Müslüman nüfusun katline ve kaybına sebebiyet verdiği dikkatlerden kaçırılmıştır.

Göçe tabi tutulan Ermenilerin yol esnasında özellikle Kürt aşiretleri ve Arap bedevîlerinin saldırılarına maruz kaldıkları, bunun yüksek insan zayiatının önemli sebeplerinden birini teşkil ettiği gelişmelerle ilgili çeşitli raporlarda belirlenmiş, konuyla ilgili yayınlarda giderek daha fazla vurgulanmaya başlanmıştır (Devam Edecek).