Buna, yol esnasında güvenlik tedbirleri almaya çalışan Osmanlı idarecilerinin savaş şartları yüzünden cephelerden yeterli asker çekip bu işe tahsis edememelerinden veya cepheye sevkedilmek zorunda kalınan askerlerin yerlerini dolduramayan jandarmanın yetersizliğinden kaynaklanan olumsuzlukları da eklemek mümkündür. Aynı zamana denk düşen Çanakkale savaşları da Doğu cephesinin yeterince takviye edilmesine engel olmaktaydı. Doğu cephesindeki asker açığının kapatılması amacıyla jandarmaların buralara sevkedilmesi sonucunda iç kesimlerde güvenlik önemli derecelerde zaafa uğramakta, bu da Kürt çetelerinin öldürme olayları ve soygunlarının daha da artmasına yol açmaktaydı.
İttihat ve Terakkî idarecilerinin, I. Dünya Savaşı'ndan birkaç ay önce Doğuda iki özerk eyaletin kurulmasıyla ilgili antlaşmanın ileride sebep olabileceği gelişmelerden endişe duyup bölgedeki Ermeni nüfusunun dağıtılmasını düşünmüş olduklarını söylemek mümkündür. Ancak aslında Ermeniler'in başka yerlere nakledilmesi fikrinin Almanlar'dan çıktığı ciddi biçimde ileri sürülmektedir.
Bu konuda çıkarılan kanun tehcîr uygulamasını ilgili mahallerdeki askerî yetkililerin onayına bırakmaktaydı ve genelde askerî emir ve kumanda mevkiinde bulunanların büyük çoğunluğu Alman subaylarından oluşmaktaydı. Mesela Askerî Harekat Dairesi Başkanı Yarbay Otto von Feldmann tehcîr kararını veren subaylardan biriydi. Liman von Sanders ve diğer önde gelen Alman generalleri de bu sorumluluğu paylaşmıştı. Bu esnada ordu komutanlığı ve kurmaylık görevleri yapan Alman subayları yanında özellikle Türk Orduları Genelkurmay Başkanlığı'nda Alman Generali Friedrich Bronsart von Schellendorf'un (1913-1917) bulunduğu, bunun ayrılmasıyla, askerî harekat planlaması dışında savaşın büyük ölçüde teknik hizmet, silah, mühimmat ve nakit para yönünden Alman yardımıyla yürütüldüğü, cephelerin Alman askerî harekatına hizmet etmek üzere açıldığı dikkatlerden kaçırılmamalıdır.
Dolayısıyla tehcîr kararının alınmasını ve uygulanmasını Almanya'nın onayı ve katılımı olmadan düşünmek pek mümkün değildir. Meselenin aydınlığa kavuşturulması Alman askerî arşiv belgelerinin ışığında mümkün olacağı açıktır.
Yola çıkarılan Ermenilerin daha iyi korunması için Alman askerlerinin tahsis edilmesi gibi düşünceler dile getirilmiş, ancak cephelerdeki sıkışıklık buna imkan vermemiştir. İstanbul'daki Alman elçisi Baron von Wangenheim'ın Ermeniler için müdahalede bulunulması yolunda kendisine yapılan ricaları reddettiği, Türk hükümetinin aldığı tedbirleri ve bunun uygulanmasını açıkça onayladığı bilinmektedir.
Ona göre savaşın başarılı bir şekilde sürdürülmesi esastır ve bu hedef için her araç mubah olup tehcîr uygulaması Alman çıkarları doğrultusunda ortaya konulmuştur. Ermeniler, Türklerin fanatik düşmanı ve İtilaf devletlerinin dostudur, dolayısıyla Alman planlarının uygulanmasında tehlikeli bir engel teşkil etmektedir. Elçinin bu görüşleri askerler tarafından aynen paylaşılmaktaydı. Von Wangenheim, göçürülen Ermenilerin inşa halindeki Bağdat demiryolu hattı boyunca yerleştirilmek üzere Mezopotamya'ya naklini öngörmekteydi. Nitekim Ermenilerin bu düşünce doğrultusunda söz konusu istikametlere sevk edilmesi herhalde bir rastlantı değildir.
Tehcîre tabi tutulan Ermeni sayısının belirlenmesine yönelik çeşitli hesaplar yapılmış olmakla beraber kesin bir rakam vermek mümkün değildir. Sözü edilen Ermeni ayaklanmalarını bile 'muhayyel' diye niteleyen, özellikle Vahakn N. Dadrian gibi yazarların temsil ettiği tek taraflı masumiyet iddiaları ve sayısallığın abartısı, ciddiyetlerine ağır bir darbe vurmuş olarak belki de konuya en önemli katkıyı sağlamıştır.
Bu durumda yandaş kişilerin ortaya attığı sayıların zaman içinde artarak değişkenlik göstermesinden ötürü bunlara dayalı sabit bir rakam vermek mümkün görünmemektedir. Çeşitli kaynaklara göre tehcîre tabi tutulanların sayısı 438.000'den 1 milyona kadar çıkmakta, buna bağlı şekilde meydana gelen Ermeni kayıpları da 56.000'den 2 milyona kadar farklılık göstermektedir.
Talat Paşa'ya atfedilen doğruluğu tartışmalı defterde tehcîre tabi tutulanların 924.158 olarak gösterilmesinin geçerliliği ise reddedilmiştir. Bunun karşısında Rus-Ermeni birliklerinin önünden kaçan Müslüman muhacirlerinin sayısının Dahiliye Nezareti'nin Sadarete takdim ettiği 7 Aralık 1916 tarihli rapora göre 702.000'i geçtiği bilinmektedir. Kamuran Gürün bunu yanlışlıkla göçe tabi tutulan Ermeniler'in sayısı diye göstermektedir. Asgari verilerden hareketle 1914-1922 yılları arasında Müslüman kayıplarının en az 2,5 milyon tuttuğu ve Anadolu'da Müslüman kaybının toplam nüfusun % 18'ini oluşturduğu, savaşın ilk yıllarında Rus işgaline uğrayan yerlerde öldürülen Müslümanların sayısının 1,5 milyonu bulduğu hesaplanmıştır. Bitlis, Van ve Erzurum gibi vilayetlerde bu oranın % 62'ye (612.610) varması Ermeniler'in yaptığı katliamın boyutunu göstermesi bakımından önemlidir.
Savaş esnasında Ermenilerden başka halklar da yer değişimine tabi tutulmuştur. Osmanlı idarecileri, genelde bu tür zorunlu nakillere gerekçe olarak açık isyan hali veya ciddi boyutta güvenlik tehdidi aramışlardır. Nitekim Genelkurmay Başkanı General Bronsart von Schellendorf'un Rumların Ege sahillerinden iç kesimlere nakline dair talebi Sadrazam Talat Paşa tarafından açık bir isyan hali bulunmaması sebebiyle geri çevrilmiştir.
Bununla beraber savaş süresinde bu bölgelerdeki Rum nüfusta da askerî gerekçelerle önemli değişiklikler meydana gelmiştir. 1915 Çanakkale deniz ve kara savaşlarının başlaması sebebiyle Gelibolu, Çanakkale, Marmara adası, Trakya geneli, ayrıca Ayvalık, Muğla, Antalya sahil bölgelerinde, 1916 yılı içinde Karadeniz bölgesinde Rum ahalinin yerlerinden edilmesi söz konusu olmuştur. Suriye ve Hicaz'daki bazı ailelerin de başka yerlere nakilleri gerçekleşmiştir. Suriye'den Fransız taraftarı olmaları töhmetiyle Anadolu içlerine sevk edilen Arap ailelerinin sayısı 5000 diye verilmekte, Hicaz'dan (Medine) iaşe sıkıntılarına bağlı şekilde göçe tabi tutulanların sayısının 40.000 olduğu bildirilmektedir.
I. Dünya Savaşı'nda sivil halkın daha önceki savaşlarda görülmeyecek derecede büyük acılar çektiği, zayiata uğradığı ve bunun cephe gerisindeki insanların başlarına gelen felaketlerin boyutu açısından ancak II. Dünya Savaşı ile kıyaslanabileceği açıktır. Dağılan imparatorlukların paylaşılması ve yeniden şekil bulması aşamalarından geçilmek zorunda kalındığında sade halkın çok daha ağır bedeller ödemek zorunda kalması kaçınılmazdır. Avrupa'nın birinci genel savaşın uyarılarına rağmen hızla ikincisine doğru yönelmesinde, dağılan imparatorlukların ve bunların paylaşılan topraklarında karmaşık halde yaşayan halklarının yarattığı azınlıklar meselesinin birinci derecede etken olduğu bilinmektedir. Savaş esnasında Anadolu'da meydana gelen insan zayiatı toplamının, genel savaşa katılan devletlerin verdiği kayıpların bütünüyle kıyaslanabilecek ölçüde olması yaşanan felaketin boyutlarını gözler önüne sermektedir (Son).