Nasturi ve Nehri Ayaklanmaları İle Raçkotan ve Raman Harekatları

Ankara hükümetinin zaferi kazanmasının ve Sevr antlaşmasının geçersiz kalmasının ardından, 20 Kasım 1922'de toplanan Lozan Barış Konferansı aylarca sürer. Misak-ı Milli sınırları içinde olan Musul gündeme geldiğinde, Türkiye baş delegesi İsmet Paşa ; 'Musul vilayeti halkının büyük çoğunluğu Türk ve Kürt'tür. Bu vilayet, ülkemizin bir çok öteki parçaları gibi savaşın durmasından sonra yapılmış sözleşmelere aykırı olarak bizden alınmıştır' görüşünü savunmanın yanında, 'Büyük Millet Meclisi'ndeki Kürt Milletvekilleri de, bütün öteki bölgelerdekine benzer, eşit özgürlük ve bağımsızlık koşulları içinde seçilmişlerdir' demektedir. Lord Curzon ise, Kürtlerle Arapların, getirenin başına atacak kadar, seçim sandığını tanımadıklarını öne sürmektedir. Her iki taraf da Musul konusunda direndiğinden, Lozan Antlaşması'na sorunun, Türklerle İngilizlerin görüşmeleri yoluyla çözümlenmesi, bu yoldan çözümlenemezse Birleşmiş Milletler'e başvurmaları yönünde bir hüküm konulmuştur. Konu daha sonra, 19 Mayıs 1924'te İstanbul'da toplanan Haliç Konferansı'na getirildiyse de, yine sonuç alınamaz. Sonunda Türkiye, Birleşmiş Milletler'e başvurur. Belçikalı, Macar ve İsveçli üyelerden oluşan üç kişilik bir kurul görevlendirilir. Kurulun raporunda, bölgedeki Kürtlerle ilgili şu değerlendirmeler bulunmaktadır ;

'Kendi bölgelerinin yönetimi, adaletin sağlanması, okullarda öğretimin Kürt ırkından olanlar tarafından yürütülmesi, bütün bu hizmetlerin yerine getirilmesinde Kürtçenin resmi dil olması yolundaki Kürt istekleri göz önüne alınmalıdır. İngilizlerle Irak arasındaki dört yıllık anlaşmanın (Irak, İngiliz mandası altındadır) bitiminden ve Milletler Cemiyeti'nin buradaki denetim yetkisi sona erdikten sonra Kürtler, istekleri kabul edilip özerklik verilmezse, Türk hükümeti yönetimine geçmeyi, Irak sınırında kalmayı yeğliyorlar'.

Musul sorununun çözümü için getirilen öneriler arasında, 1928 sonunda bitecek Irak üzerindeki İngiliz mandasının 25 yıl daha uzatılması durumunda Musul'un manda yönetimine bırakılması da vardır. Türkiye bu raporu kabul etmediğini belirterek Lahey Adalet Divanı'na başvurur. Divan, Estonyalı General Laider'i bölgede soruşturma yapmakla görevlendirir. Generalin bölgedeki Hıristiyanlara, Türklerin kötü davrandıkları raporu üzerine, Birleşmiş Milletler 16 Aralık 1925 günlü kararıyla o güne kadarki fiili sınırı Türkiye- Irak sınırı sayar. Böylece Musul, Irak sınırları içinde kalmış olur.

Bu dönem, özellikle Kürt sorunuyla ilgili gelişmeler ve Doğudaki olaylar yönünden çok aydınlık değildir. Yalnızca yabancı kaynaklarda birtakım bilgi kırıntılarına rastlanmaktadır. Örneğin, İstanbul'daki İngiliz Maslahatgüzarı Henderson'dan İngiltere Dışişleri Bakanı Mc Donald'a gönderilen 16 Eylül 1924 günlü gizli raporda, hiçbir kaynakta hakkında bilgiye rastlanılmayan Türk- Kürt Kongresi'nden söz edilmektedir ;

'1 Ağustos'da Diyarbakır'da başlayan Türk- Kürt kongresi özel önem taşıyor. Zabıtlar gizli tutuluyor ve basında bunlar hakkında tek bir kelime yok. Ancak, Türk politikasının başlıca hedeflerinden biri, Türklerle Kürtlerin, İran'dakiler de dahil olmak üzere, kardeşliğini ve ayrılmazlığını sağlamak. Türklerin Musul vilayeti konusunda ödün vermeye yanaşmalarında, Kürt baskısının önemli etkisi var. Kongre Kürt muhalefetinin bütün gerekçelerini ortadan kaldırarak bu kardeşliği ilerletmeyi amaçlıyordu'.

'Elimdeki istihbarata kesinlikle bel bağlamamakla birlikte, dertlerini söylemeleri ve çözüm yolu önermeleri istenen Kürt delegelerinin şu isteklerde bulundukları anlaşılıyor. Kürdistan'a aslında özerklik demek olan özel bir yönetim biçimi verilmesi, acıları hafifletmek için borç sağlanması, beş yıl süre ile Kürdistan'dan vergi ve asker alınmaması, dinsel şeriat mahkemelerinin yeniden kurulması, el konan bütün silahların geri verilmesi, bazı Türk subayların ve memurların azli. Buna karşılık Kürtler, Musul ve diğer konular ile Halife lehine girişilecek muhtemel ajitasyonların bastırılmasında hükümeti destekleyecekler ve ona her türlü yardımı sağlayacaklar'.

'….Bunların Türk hükümetince benimsenmesi çok zor. Bu taleplerin Bakanlar Kurulu'nda büyük bir şaşkınlıkla karşılanmış olduğunu öğrenmek benim için sürpriz olmadı. Yine de Kürtlerin dilekleri prensipte kabul edilmiş görünüyor. Buna karşın, şeriat mahkemeleri, vergi ve askerlikten muaf tutulmaya ilişkin isteklerin kabulü, zorunlu olarak Büyük Millet Meclisi'nin gelecekteki onayına bırakılmış'.

İngiltere'nin Türkiye Büyükelçisi Lindsay'in Dışişleri Bakanı Chamberlain'a 16 Ekim 1925 günlü raporunda 'geçen baharda çıkan Kürt ayaklanması'ndan söz edildikten sonra Musul sorunu üzerinde durulmaktadır ;

'Majestelerinin Hükümeti (İngiltere) bütün kozları ele geçirmiş ve istediği kartı oynayabilecek durumda; ancak, sorunun yalnızca bir sınır düzeltmesinden öte bir önem taşıdığı gözden uzak tutulmamalı. Majestelerinin Hükümeti, Güney Kürdistan'da milliyetçiliği geliştirmek yolunda, geri dönülmez bir biçimde bağlantıda bulunmuş olabilir, eğer bulunmadıysa, Milletler Cemiyeti'nin mandater devlete (İngiltere'ye) bu yönde baskı yapmayacağını düşünmek için elde yeterince neden var'.

Dışişleri Bakanı, bu raporu 30 Kasım günü cevaplandırır ;

'Diplomatik açıdan, Irak Hükümetinin sorumluluğu altındaki Kürtlerin sayısını mümkün olduğu kadar azaltmanın (Kuzey Irak'taki Kürtler sürekli bir huzursuzluk kaynağıdır) İngiltere'nin çıkarına olduğu görüşünü benimsemeye hazırım. Bununla birlikte, Musul Vilayeti'nin büyük bir bölümünü meydana getiren Kürt bölgesinin, Irak devletinin varlığı için temel bir koşul olduğu da bir gerçektir'.

Nasturi Ayaklanması

Hıristiyan dünyasında 5. Yüzyılda Hz. İsa'nın kişiliği üzerinde yaşanan tartışmalar çerçevesinde Hz. İsa'nın biri tanrısal diğeri insani olmak üzere iki şahsiyete sahip olduğu ve her ikisinin de özde değil, fakat şekilde birleşmiş olduğu fikrini savunan o dönemin İstanbul Patriği Nestorious, aforoz edilmiş, ancak onun bu görüşü Mezopotamya'dan Anadolu'ya kadar farklı milletler arasında yayılma imkanı bulmuştur. Bünyesinde farklı toplulukları barındıran Nasturi Kilisesi'nin büyük Zab Nehri'nin sol kısmındaki Tal, Diz, Kiu, Valto, Tohuma, Cilu, Baz ve İştazin ve bugünkü Hakkari ilinin Güney bölgesinde yer alan Cilo- Sat Dağları arasında yaşamakta olan mensupları 16. Yüzyıl ile birlikte Osmanlı idaresi altına girerler. Bu coğrafyada yaşayan Nasturi topluluğu genel olarak Fırat ve Bohtan Nehirleri'nin kesişim noktası, İran'daki Urmiye Gölü'nün Kuzey ucu, gölün Güney ucu ile Musul vilayeti arasındaki bölgede yaşamaktadırlar. Osmanlı millet sisteminde ayrı bir kategoriye sahip olmayan Nasturi Hıristiyanları, Ermeni Milleti kategorisine dahil edilmişlerdir. 19. yüzyıla gelinceye kadar ciddi herhangi bir sorun yaşamadan varlıklarını devam ettiren Nasturiler, bu yüzyıl içerisinde Protestan dünyasında ortaya çıkan misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde Protestan Kilisesi'nin ve ayrıca Katolik Kilisesi'nin ilgi sahasına girerler. Her misyonerlik faaliyetinin dini amacının yanında bağlı bulundukları ülkenin siyasi çıkarlarına da hizmet ettikleri bilinmektedir. Bu gerçek çerçevesinde, bugün Osmanlı arşivinde Amerikan, İngiliz, Rus ve Fransız misyonerlerin Nasturilere yönelik misyonerlik faaliyetlerinin siyasi boyutunu ortaya koyan yüzlerce belge bulunmaktadır. Bunun dışında doğrudan doğruya yabancı siyasilerin, özellikle de İngiliz siyasetçilerinin ilgi odağı olan bu Hıristiyan topluluk zaman içerisinde Osmanlı idaresinden ayrılma ve bağımsız olma fikriyle hareket etmeye başlamışlardır. Bu bağımsızlık hareketinde yabancı misyonun Nasturi Hıristiyanlarının 'Asurilerin torunları' oldukları yönünde tarihi temelden yoksun bir tez ortaya atarak kilise mensubiyeti ötesinde farklı bir kimlik kazandırmaya çalışmalarının da büyük etkisi olduğunu söylemek gerek. 1845-47 yıllarında yapılan arkeolojik çalışmalar sonucu Ninova'nın bulunması ile birlikte bölgede yaşayan Nasturiler, Avrupa'da Asuriler olarak anılmaya başlanmıştır. Bundan sonra ise, Osmanlı Devleti'nden Ermenilerin durumlarını iyileştirmeye yönelik taleplerde Nasturi Hıristiyanlarına da bir yer verilecek ve Osmanlı'dan bu küçük Hıristiyan topluluk adına taleplerde bulunulacaktır. Bu şekilde başlayan Nasturi- Avrupalı yakınlaşması, onların Avrupa devletlerinin yanında yer almalarına kadar gidecektir (Devam Edecek).