Depremden hemen sonra kurtarma çalışmaları sürmektedir.
Bir evden geri kalan yıkıntılar arasında bir kadın bedeninin bir kısmı görünmektedir. Hemen oraya gidip sağ mı diye bakmak isterler.
Duvarların arasından tam olarak ulaşamadıkları kadın garip bir şekilde durmaktadır: Vücudunu öne çıkarıp kafasını da iyice ileri uzatmış, kollarını dua eder gibi çember şeklinde uzatıp birleştirmiştir. Kurtarma ekibinden biri, zorlukla ve kısmen de olsa kadına ulaşmayı başarır. Ancak dokunduğu kadının soğuk bedeni, onun çoktan öldüğünü göstermiştir. Başka binalarda kurtarma çalışmalarına devam ederler.
Ama kadına dokunan adamın içi rahat değildir nedense. Bir süre sonra oraya döner ve yıkık duvarlar arasından kendine yol yaparak kadının yanına iner.
Bir de ne görsün! Kadının kucağında bir bebek vardır. Hem de hiçbir şey olmamış gibi huzurla uyuyan bir bebek.
Adam battaniyeye sarılı ve annesinin üzerine kapaklanarak kurtardığı çocuğu oradan çıkarıp arkadaşlarına uzatır.
Tam o sırada bir şey düşer battaniyeden.
Bir cep telefonudur düşen.
Bakarlar, telefonun ekranında gönderilmemiş bir mesaj yazılıdır:
'Eğer kurtulursan, seni çok sevdiğimi unutma.'
Deprem deyince aklıma gelen en hüzünlü öykülerden biridir bu.
Ders almayı bilmediğimiz sürece maalesef yaşanmış ve yaşanacak bu biçimde çok dramatik öykülerimiz olacak!!
Dr. Fuat Şaroğlu'nun aşağıdaki uyarıları çok önemli:
'Özellikle yıkıcı deprem üreten fayların deprem tekrarlanma periyotlarının 250 – 300 sene ile 10 bin sene arasında değiştiği fakat deprem tehlike haritalarında son 100 yıla ait deprem bilgilerin kullanılması tartışmalıdır. Bu tip çalışmalarda tarihsel deprem verilerinin de kullanılması son derece önemlidir. Uluslararası tanımlara göre son 13 bin yılda en az bir kere hareket ettiği bilinen faylar, diri fay olarak kabul edilmektedir. Bu verilerin elde edilemediği faylarda Türkiye'nin jeodinamiği gereği Kuvaterner'den beri hareket ettiği saptanan faylarında deprem tehlike analizinde kullanılması çok daha gerçekçi sonuçların elde edilmesini sağlayabilirdi. Maalesef bu harita hazırlanırken bu durum göz ardı edilmiştir. Ayrıca yeni deprem tehlike haritası hazırlanırken deprem – diri fay ilişkileri doğru kurulmadığı için bazı bölgelerin deprem tehlikesinde de hatalar mevuttur'.
Ve bu uyarıların üzerine Şanver İsmailoğlu 'nun yazdıkları 'Matematikçiler, çözüm yoksa problem de yoktur derler. Biz ise çözemediğimizde -elbette doğrusu çözmek istemediğimizde olacak- problem yok diyoruz ve yan gelip yatıyoruz! Oysa problem orta yerde duruyor ve çözüm bekliyor. Ülkenin saygın deprem bilimcileri artık sözlerini tüketti. Birçoğu artık konuşmaktan imtina ediyor. Felaket tellallığı ile suçlanmak bir yana; çözüm önerileri değil, yaklaşık tarih vererek yapılan açıklamalar; olacak veya olmayacak gibi kesinlik içeren ifadeler haber değeri taşıyor. Medyatik tarz bu alanda en geçerli akçe!
Son büyük depremlerden gerekli dersleri çıkardığımızı söyleyebilir miyiz? Sıcağı sıcağına verilen umut dağıtan demeçlerin ve alelacele çıkarılan yasaların elle tutulur bir sonucu görülebildi mi? Artık huzur içerisinde ve güvenle yaşar hale geldik mi? Bu olamadıysa bile deprem anında sığınacak, toplanacak güvenli bölgelerimiz arttı mı? Ne yazık ki hiç birine evet diyemiyoruz! Zemin etüdü yapan meslektaşlarıma göre; yeni çıkarılan bina deprem yönetmeliğine hakim olan anlayışla üretilecek zemin etüt raporlarıyla güvenli binaların yapılabilmesi mümkün değildir.
Ekonomiyi döndüreceğiz diye bütün kentleri beton yığınlarıyla nefes alınamaz hale getirdikten sonra yatay yapılaşmayı hatırladık! Ama bunu da dikkate alan olmuyor. Kentsel dönüşümü, kentlerin geri dönülmez bir noktasında uygulamaya koymayı akıl edebildik ama onu da rantsal bir anlayışla amacından saptırdık. Bunca yıldır kağıt üzerinde kalsa bile denetim anlamındaki birçok mevzuatın, imar aflarıyla defteri dürüldü. Bir araştırmaya göre, Türkiye'de kişi başına düşen çimento miktarı, gelişmiş ülkelerin birkaç katı. Ama ne hikmetse biz hala gelişemedik! Ben bildim bileli gelişmekte olan ülkeyiz!
Bilimin tek amacı insanın çilesini hafifletmektir demiş Bertold Brecht. Depremler kadar insanlığa çile yaşatan başka bir doğa olayı yoktur. Yoksul canını kurtarsa bile daha da yoksullaşır. Evet, deprem zengin fakir ayırmaz ama en çok yoksulları vurur. Genellikle depreme dayanıksız eski yapılarda onlar yaşar; ne zemin etüdü ne de güçlendirme yaptıracak paraları vardır. Belki de bu yüzdendir egemenlerin duyarsızlığı. İzlenen sosyal, ekonomik ve siyasal politikaların kendileri bir deprem ya da fay hattı oluşturuyorsa, bunları değiştirmekte bizim elimizdedir.'