Pazartesi günü öğleden sonra saat: 16.30 suları idi.

Büyükşehir Belediyesi binasının arka tarafında bulunan bir esnaf arkadaşımın işyerinden çıktım cep telefonum çaldı.

40 yıllık eski bir arkadaşımdı arayan.

'Sadi biz Tostçu Cumhur'un işyerinin önünde çay içiyoruz. Buralara yakınsan uğra bir konu hakkında fikrini almak istiyorum' dedi.

'Cumhur'un işyeri Tepebaşı Belediyesi'nin yanında değil mi? Oraya gelemem' dedim.

Oradan çarşıya taşınmış.

Uzun yıllar Tepebaşı Belediyesi hizmet binasının yanındaki Nikah Salonunun altında kafe işleten, yılların eskitemediği futbolculardan Cumhur, işyerini eski Osmanlı Bankası, bugün ise özel bir banka olarak hizmet vermekte olan binanın tam arkasına taşımış.

Tarif üzerine buldum.

Arkadaşlarla buluştum, bir bardak çay içtim, öğrenmek istedikleri konu hakkında da görüşlerimi söyledim.

Cumhur'a da 'yeni işyerin hayırlı olsun' diyerek kalktım.

* * *

Sıcak Sulardaki çanta tamircisine eşimin çantasını bırakmıştım.

Sıcak sulara gitmek için Asarcıklı Caddesi Mısır Çarşısının önünden geçerken, Ticaret Odası'nın eski başkanlarından rahmetli Cahit Işık ağabeyimin okul kıyafetleri satışı yapılan mağazasının önünden geçerken kapıda oğlu Baran ile karşılaştık.

Baran ile de 20 yılı aşkın abi-kardeş dostluğumuz var.

Selamlaştık.

'Sadi abi çok acele bir işin yoksa ya acı kahvemizi iç ya da kağıt bardakta çay söyleyeyim' dedi.

Saate baktım, bir bardak çay içecek ve 10-15 dakika sohbet edecek vaktim var.

'Tamam, içelim' dedim.

* * *

Çaylarımızı içerken bir taraftan da sohbete başladık.

İlkokullar 12 Ekim Pazartesi gününden itibaren eğitim-öğretime açıldığı için, okul kıyafeti almaya tek tük müşteri geliyordu.

'Koronavirüsten dolayı okulların açılıp açılmayacağı belirsizliği vardı. 12 Ekim Pazartesi gününden itibaren ilkokul birinci sınıflardan sonra 2, 3, 4 ile ortaokul 8'nci, lise hazırlık sınıflar ile 12. sınıflar okula başladılar. İşler açıldı mı?' diye sordum.

Hani derler ya;

'Bir dokun bin ah işit' diye.

Ben de Baran'ın tam da 'bam teline' basmışım.

'Abi bir çay daha söyleyeyim. Başını ağrıtmazsam neler yaşadıklarımızı anlatmak istiyorum' dedi.

Ve başladı anlatmaya.

* * *

'Biliyorsun okullar Eylül ayının ilk haftasında açılır. Veliler Ağustos ayının başından itibaren çocuklarının okul kıyafetlerini almaya başlarlar. Ayın ortalarına doğru dükkanda başımızı kaşımaya vakit bulamayız. Babam bildiğin gibi kimseyi kırmazdı. Herkesle arası iyi idi. Bu nedenle babamı severlerdi. Babamın dostları, arkadaşları çocuklarının ihtiyaçlarını bizden alırdı. Şimdi onların çocukları da bizden alışveriş yapıyorlar. Geçen yıla kadar okulların açılma mevsiminde işlerimiz iyi olurdu. Kışın ürettiğimiz kıyafetlerin yüzde 90'ı tükenirdi. Mart ayında patlayan koronavirüs nedeniyle nerede ise iki ay dükkan kapalı kaldı. Biz kumaş siparişlerimizi Ekim veya Kasım ayında veririz. Toptancı ise bize kumaşı Aralık ile Ocak ayında gönderir. Biz de Şubat ayından itibaren kıyafetleri dikmeye başlarız, Temmuz ayında ise biter. Bu yıl sanki virüs olacağı içimize doğmuş gibi kumaş siparişlerini erken verdik. Dikimleri ise Şubat ayının sonunda yüzde 80 civarında tamamlamıştık. Dikim atölyemiz ile mağazalarımız ağızlarına kadar kıyafet çakılı durumda. Kontrollü normal hayata geçip işyerleri açılınca kalan yüzde 20 kıyafetleri de diktik. Kumaşların çeklerini de ödedik. Okulların açılma dönemine yaklaşıldı ancak okulların eğitim-öğretime açılıp açılmayacağı konusu netliğe kavuşmadı. Bu yüzden veliler de büyük ihtimalle okullar açılmayacak diye düşünerek okul kıyafeti almadı. Veya açılsa bile haftanın 5 günü ve 8 saat ders olmaz diye eski kıyafetlerle idare edelim dedi. Ortaokul ile liselere yeni başlayacak öğrencilerin velisi de eğitim-öğretimin devam edip etmeyeceği konusunda tereddütte olduklarından biraz daha bekleyelim diyerek kıyafet almadı. O yüzden atölyede ve mağazalarda okul kıyafetlerinin yüzde 50'si duruyor. Durumu iyi olanlar dayanıyor. Ama kumaş çeklerini okulların açılmasından sonraki tarihlere verenler şimdi büyük sıkıntı içerisinde. Kenarda köşede duran birikimlerini çıkarıp çeklerini ödemeye çalışıyorlar. İşimiz zor. Allah yardımcımız olsun.'

* * *

Esnafın, tüccarın işi gerçekten zor…

Cumhuriyet Halk Partisi Eskişehir Milletvekili Dr. Jale Nur Süllü, Uluönder Mahallesi'nde Tepebaşı İlçe Örgütü tarafından esnaf için hazırlanan maskelerin dağıtımına eşlik ederek vatandaş ve esnafın şikayetlerini dinlemiş.

Bir tuhafiyeci esnafı, saat: 17.00 itibariyle kasasına girenin sadece 5 TL olduğunu göstererek yaşadığı zor durumu anlatmış.

Covid-19 küresel salgını ile iyiden iyiye derinleşti. Salgın sürecinde en ağır darbeyi, esnaf aldı.

* * *

Ben de şahit oldum.

Esnaf Sarayı'nda küçük ölçekte hazır giyim dükkanı olan bir arkadaşıma uğradım.

Günlerden Cumartesi idi…

Saat 15.00 sularıydı.

Beş dakika sonra bir müşteri geldi.

Bir gömlek aldı.

Fiyatı 50 TL idi.

Arkadaşım, 'İster inan, ister inanma ayağın uğurlu geldi, yeni siftah yaptım' dedi.

Günlük kazancının 200-300 TL civarında olduğunu söyledi.

Bu kazancın hepsi kar olsa ne olacak?

Zaten yarısından çoğu KDV, gelir vergisi, elektrik, kira, çay, kahve, öğle yemeği ve çalıştırdığı işçinin maaşına gidiyor.

* * *

Elinde avcunda üç beş kuruş birikimi olan, onlarla ayakta kalmaya çalışıyor.

Olmayan da daha fazla zarara girmemek için işyerini kapısına kilit vuruyor.

CHP Eskişehir Milletvekili Jale Hanım söylemiş.

'Türkiye'de yılın ilk 6 ayında 35 bin 965 işyeri kapandı; devren işyeri ilan sayısı, geçen yıla göre yüzde 77 arttı. Esnaflar, battıkça batıyor'.

Batıp batmadıklarını bilmiyorum ama küçük esnaf gerçekten çok zor durumda.

* * *

Hükümet küçük esnafın ayakta kalması için, tüm dünyayı kasıp kavuran Covid-19 virüsü tamamen bitinceye kadar gelir vergilerinin yüzdesi ile SGK primi, stopajları düşürmeli.

Ayakta kalabilmeleri, dükkanının kapısına kilit vurmamaları için çok düşük faizli veya faizsiz kredi vermeli.

Esnaf Kefalet ve Kredi Kooperatifleri aracılığı ile Halk Bankası veriyor.

Ancak küçük esnafın tamamı bu krediden yararlanamıyor.

Yoksa virüs bitmeden küçük esnaf bitecek.

* * *

'Marketlerin eczaneden farkı kalmadı'

9.Bölge Eskişehir-Bilecik Eczacı Odası Başkanı Metin Kamış, 'marketlerin eczanelerden farkı kalmadı' demiş.

Haklı. Hem de yüzde yüz.

Bazı süpermarketler, daha çok müşteri çekebilmek adına eczanelerde satılması gereken pek çok gıda takviyelerini ve vitaminleri vitrinlerine koyarak satıyorlar.

Kasalarda duran kasiyerler de nasıl kullanılacağını bilmediklerinden tarif edemiyor, sadece barkot okutarak ücretini tahsil ediyorlar.

Bu ürünlerin bazılarının üzerinde, 'Doktorunuza veya eczacınıza danışmadan kullanmayınız' diye uyarı var.

Gıda takviyesini süpermarketten alanlar ise doktora veya eczacıya danışmadan kullandıkları için alerjen veya yan etkisini yaşayabiliyorlar.

Eskişehir-Bilecik Eczacı Odası Başkanı Metin Kamış bu konuda vatandaşları haklı olarak uyarmış.

'Vitamin ve gıda takviyelerinin kesinlikle eczacıya danışmadan kullanılmaması gerekmektedir' diye.

Yetkililere de şöyle seslenmiş:

'Eczacılık mesleği yukarıdaki resimde görülenden çok daha fazlasıdır. Mesleğimizin itibarsızlaştırılmasına yönelik bu hareketleri kesinlikle kabul etmiyoruz. Bu tür ürünlerin eczane dışında satışının yasaklanması gerektiğini bir kez daha yetkililere buradan iletmek istiyorum. Maalesef halk sağlığını yakından ilgilendiren bu ürünler satış ruhsatlarını garip bir şekilde Tarım Bakanlığı'ndan alabiliyorlar. İlaç dışı vitamin veya gıda takviyesi ürünlerinin de ruhsatlarının Sağlık Bakanlığı tarafından alınması gerektiğini Türk Eczacıları Birliği yıllardır söylemektedir. Her ne olursa olsun insan sağlığını etkileyecek bu ürünlerin satışı ve danışmanlığı eczanelerden olmalıdır.'

* * *

Avuç avuç vitamin ve gıda takviyeleri içiyoruz.

'Acaba bana bir zararı veya yan etkisi olur mu?' diye düşünmeden.

Akşam TV izlerken veya internette reklamını görüyor, sabah gidip marketten alıp içiyor.

Bir ara 'zayıflama hapları' meşhurdu.

Komşusunda görüp, internetten sipariş verip alınıyordu.

Özellikle Çin malı zayıflama haplarına çok büyük rağbet vardı.

Doktoruna veya eczacısına sormadan bu hapları kullananlardan hayatını kaybedenler oldu.

Ürünün içinde başta ilaç sanayinde lakta sif ilaç etken maddesi olmak üzere tekstil ve oyuncak sanayinde de kullanılan asit baz ayracı olan 'Fenolftalein' isimli kimyasala rastlandı.

Bunun üzerine İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu, ürün için toplatma kararı aldı. 17 Mayıs 2018'de alınan karar tüm illerdeki sağlık müdürlüklerine bildirildi. Ürünün özellikle 1 Mayıs 2017 üretim tarihli serisinin aktarlar, baharatçı ve destek ürün satan yerlerden acil olarak toplanılarak imha edilmesi talimatı verildi.

* * *

'İlaç etkileşimlerine bağlı ölümlerin dünya üzerindeki en yüksek olduğu ABD'de bu tür ürünler marketlerde raflarda satılmaktadır. ABD'de bu uygulamadan kaynaklı bilinçsiz ilaç tüketimine bağlı ölümleri önlemek amacıyla çalışmalar yapılıp, eczane dışı satışlarının yasaklanması gündemdedir. Vatandaşlarımızın vitamin ya da gıda takviyesi olsun bu tür ürünleri eczane dışında market veya internet üzerinden temin etmelerinin sağlıklarını olumsuz yönde etkileyeceğini belki de çok ciddi sorunlara sebep olabileceğini hatırlatmak isterim' diyen 9. Bölge Eskişehir-Bilecik Eczacı Odası Başkanı Metin Kamış'ın bu uyarısı dikkate alınmalı.

Sağlık Bakanlığı, eczacı danışmanlığı gerektiren bu vitamin ve gıda takviyesi olarak satılan bu ürünlerin, süpermarketlerde satışı yasaklanmalı.

Yoksa ileride yaşanabilecek bir olumsuzluktan sonra yasaklamak, yaşanması olası üzücü olaylara çare olmaz.

* * *

Kelebek öpücüğü

Bir adam, 3 yaşındaki kızını, bir rulo altın renkli kaplama kağıdını ziyan ettiği için cezalandırmıştı. Durumları iyi değildi ve kızının kağıtları, bir hediye kutusunu süslemeye harcaması onu çok sinirlendirmişti. Buna rağmen küçük kız, ertesi sabah hediyeyi babasına getirdi.

Ve 'Bu senin için babacığım' dedi.

Adam, gösterdiği tepki için kendisini suçlu hissetti ama kutunun boş olduğunu görünce, yine, için için sinirlenmekten de kendini alamadı.

Kızına bağırdı:

'Birine bir hediye verdiğin zaman içinin dolu olması gerektiğini bilmiyor musun?'

Küçük kız babasına yaşlı gözlerle baktı ve şöyle dedi:

'Ama babacığım, kutu boş değil ki. Ben kutunun içine öpücüklerimi üflemiştim. Hepsi senin için babacığım.'

Adamın içi paramparça olmuştu. Kızını kucakladı ve onu affetmesi için yalvardı.

Adam bu altın renkli kutuyu yatağının başucunda yıllarca sakladığını anlattırdı. Ne zaman cesaretini kaybetse, kutunun içinden hayali bir öpücük çıkarıyor ve onu oraya koyan çocuğunun sevgisini hatırlıyordu.

Gerçek anlamda bakmak gerekirse her birimiz, arkadaşlarımız ve ailelerimiz tarafından bize sunulan karşılıksız sevgi ve öpücüklerle dolu altın renkli o kutulara sahibiz aslında. Ve dünyada, sahip olabileceğimiz bu kelebek öpücüklerden daha değerli bir şey olamaz.

Hayata iyi bakın…