'İnsanlık kahramanlardan ve hainlerden değil, basit deyimiyle sadece erkeklerden ve kadınlardan meydana gelir…
Bu erkek ve kadınları, davranışlarında yöneten iyi ya da kötü tutkularıdır…
Bu tutkuları da onlara doğa vermiştir…
Bu insanlar bir körlük içinde, oradan oraya savrulur giderler…
Cahil, bunların yanılgısını mahkûm eder,
Bilge olansa acıması gerektiğini bilir…'
Charles Spancer Chaplin

***

Cahil ve bilge olmanın arasındaki yalnızca buysa,
Doğru ve yanlış arasındaki farkı bulmak da çok zor olmasa gerek…
Çünkü her zaman cahil yanlışı, bilge doğruyu temsil etmez…
Yine de bilgeliğin o kendine has duruşunu, çok da fazla sarsmamak gerekiyor…
Güç, insan için önceleri hayatta kalmanın ilk koşuluydu…
Doğa koşullarına, yabani hayvanlara karşı güçlü olmak zorundaydı insan…
Zaman, insanların elindeki bu gücü satın aldı…
Birbirleri için kullanacakları içgüdüsel bir tepki haline getirdi…
Ve gücü elinde bulunduranların gereksiz abartıları ve de kendilerini bunu yapmaya zorunlu hissetmeleri,
Ellerindeki gücü ve kendilerini yok edecek afallıklara düşmelerine neden oldu…
İlk çağlarda bu üstünlük doğumdan geliyordu…
Ailenizin mensubiyeti neyse oydunuz…
Bu mensubiyet tanrının size bir lütfüydü…
Mensubiyetsizliğin ya da mensubiyetin bilinmemesinin karşılığı 'soysuz'luktu…
Soyu belli olmamak…
Zaman içinde bunların tümü değişti…
Kimi kendi içinde evrildi, kimi tümüyle başkalaştı…
Geçtiğimiz yüzyılda, güç ve üstünlük, aileye değil, ırka atfedildi ve bu, faşizmin en nitelikli tanımlarından biri olarak, hep üst sıralardaydı…
Tanrının verdiği üstünlüğü bu sefer insan bir diğer insana veriyordu…
Zira tanımlamalarını kendi türetiyor ve istediği gibi biçimlendiriyordu…
İktidarı elinde bulunduranlar yani…
Tanrının lütfünü bu sefer zorbalar dağıtıyordu…

***

Gücü, doğru ya da yanlış kullanmaktan önce,
O gücün doğru ellere verilip verilmediği, en az, o gücün üzerlerinde uygulandığı insanların tepkileri kadar önemli değil midir?
Aklın,
Rönesans'ın ve
Aydınlanma Çağı'nın,
Neden sonuç ilişkisini kurmaya çalıştığı, bu içgüdüsel tepki ile toplumsal yaşamın arasındaki bağ değil miydi?
Öyleydi elbette…
Devleti bunun için kurdu…
Demokrasiye bunun için bu kadar kafa yordu…
Gücü dizginlemek için…
Gücü yanlış ellere verdiğinizde,
Hiç durmadan kendi küçük beyinlerindeki olumsuzlukları ve bu olumsuzlukların ortaya çıkardığı çaresizliği ve aczi, başkalarına yönelttikleri baskı ve saldırganlıkla gidermeye çalıştılar…
Ne yapacağını, ne diyeceğini, ne yazacağını şaşırıp, zembereği boşanmış bir saat kadranı gibi dönüp durdular…
Yerinden fırlayıp etrafa dağılana kadar…
Hiç kimseler aldırmazken onların bu yok oluşuna,
Dağılan parçaları toplayanlar, onların hep gereksiz bir tepkisellikle saldırganlık gösterdikleri olacaktır…
Chaplin'in dediği gibi galiba…
'Bu yanılgıları ve cehaleti mahkûm etmek yerine acımak en iyisi…'

***

Yine de, sevgili okur, şuna hak verecektir diye düşünüyorum…
Sinsi düşmanın yaktığı ateş, demir dağlarını eritirken, o demir, zamanı geldiğinde çifte su verilmiş, ışıltılı bir çelik haline gelip, bizim saflarımıza katılacaktır…
Bizim saflarımız, gücün yakıcı ateşi ile değil, adaletin, bilginin ve direnmenin ışıltısıyla parlıyor olacak kuşkusuz…
İşte o zaman,
Doğru bildiği yolda eğilip bükülmeden, kimseye el pençe durmadan yürümüş olmanın ödülü, yalnızca 'affetmek' olacak…
Gözlerini, hırs, kıskançlık ve yetersizlikten kaynaklanan kaba güç bürüyenler,
Kendilerinin yaktığı ateşin içinde karanlık bir kül yığını bile olamayacaklar…
Olabilecekleri tek şey,
Bu bile olmayacak…