İç karartan bir haber düşmüştü önüme.
27 yaşında gencecik bir kızımız, Dilek Özçelik ölmüştü o gün.
Eğitimini yarım bırakmasına neden olan, yıllardır boğuştuğu, lenf kanserine sonunda mağlup olmuştu.

***

15 Nisan 2013
Yer Edirne, Selimiye Camii girişi.
Zamanın Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, çevresinde koruma ve bürokrat ordusuyla camiye geliyordu.
Saçlarının üç numara oğlan tıraşından ve yüzünün renginden kanser tedavisi gördüğü belli olan, Trakya Üniversitesi İngilizce Öğretmeliği Bölümü öğrencisi genç bir kız, kalabalık engeli aşıp bakanın yanına yaklaşıyordu.
Lenf kanseri tedavisi gördüğünü, ilaçlarını yurt dışından getirmesi gerektiğini ve zorluklarla karşılaştığını, ilaçların çok pahalı olduğunu anlatıyordu bakana. Bakandan ilaçlarının temini için yardım istiyordu.
Bizim daha sonrasında, 17-25 Aralık olaylarının mağduru diye sahip çıkılan bakanımız ne yapıyor dersiniz?
Kızcağız kabul etmese de, bakan bir miktar parayı zorla cebine sokuyordu.
'Al işte kızım, daha başka ne yapacağım?' diyerek.

***

Dilek yıkılmış hüzünlü yüzüyle, dudaklarına batırdığı dişlerini sıka sıka bekliyordu bakanın namazdan çıkmasını; yıkılmış, çare arayan yüreğiyle.
Sonunda bakan çıkıyor; vali ve görevlendirdiği sıradan polis memuru da, Dilek'e yardımcı olacağını söylüyordu.
O ise, kararlı bir şekilde 'Artık istemiyorum.' diyor; bütün engellemelere rağmen bakanın önüne atılıyordu.
Elindeki kendisine verilen parayı bakanın eline tutuşturuyor ve:
'Sadece yanlış anlaşıldım. Ben dilenci değilim. İnsanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım.
Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda.' diyor, ağlayarak uzaklaşıyordu.

***

Bakan ve vali de ilgileneceklerini, neden alındığını anlamadıklarını söylemişti. Kendisinden yardım dileyen, bu ulusun gencecik bir bireyini dilenci konumuna düşürdüğünün, onurunu kırdığının farkında bile değillerdi.
İşte yıllardır devlet adamlığının ağırlığının ne olduğunu bilmeyen, oturdukları makamın sorumluluğunu ve onurunu taşımayı beceremeyen bu insancıklar (!) yönetiyor bizi.
Ve o çok kutsallaştırdığımız sandıklara giderek,
Onları biz seçiyoruz!

***

İşte o kızcağızı kaybetmiştik.
Aslında biz o gün, insanlığımızı kaybetmiştik.
Bir baba, bir ana gibi gördüğümüz devlet kurumlarının yönetimini kimlere bıraktığımızı görmüş; devlet adamlığı dediğimiz, üzerine kutsiyet yüklediğimiz makamı dolduranların basitleştiğini görmüştük.
Aslında bir gün içinde, ülkenin çok farklı yörelerinde yaşanabilme ihtimali olan olayların bir tanesiydi bu. Kim bilir nerelerde, kaç tane Dilek çaresizliğin girdabında şu anda.
Biz o gün, kimi seçtiğini bilmeyen halkımızı kaybettiğimizi de anlamıştık.
Anlamıştık ki, en azından iktidarı belirleyen halk yok artık. Güce ve paraya biat etmiş bir topluluk, kul olmayı tercih etmiş bir grup insancık var.
Bir şeyler söyleyeceğim de, diğer yarısı var be kardeşim!
Dilim varmıyor işte!

***

Sosyal ve gelişmiş bir ülkede yaşıyoruz, he…!
Yollarımız, köprülerimiz, hızlı trenimiz var, he…!
En büyük havaalanımız, denizi denize bağlayan kanalımız olacak, he…!
Ya insanlığımız…?
Ya insanlığımız…?