Çalışma Hayatı cephesinde yıllardır alışılagelmiş bir durum var: Her iki yılda işçiye memura yapılacak zam oranları gündeme geldiğinde baştan itibaren Hükümet ne derse onun olacağı belli olmasına rağmen işçi temsilcilerinin endam göstermek için sahneye çıkıp gürlemeleri. Hepimizin evet bu kez bir şeyler sanırım olacak demesi ancak sonrasında o aslan kesilen işçi temsilcilerinin birden kuzu olup işçinin memurun aleyhinde olana her şeye evet deyip her şeyi kabul etmiş olması!!
Ya sonra? Emek kesiminden başlasın feryat figan. Duyan olursa tabii. Peki ama her dönem acaba bunlar başımıza neden geliyor, neden? Çünkü sendikacılarda sendikal sistemde bu düzeni kabul ettirmiş vaziyette. Ve bu düzenden beslenenler değişmesini asla istemiyorlar. Birçok işyerinde çalışanlar sendikaları, yanlarında sadece aidat toplandığı günlerde görmüşler, onun haricinde çalışma koşullarından ücrete, iş güvencesinden iş güvenliğine kadar hiçbir sendika, işçisinin yanında gereği kadar yer almamış. Kanunda haftalık çalışma saati 45'tir yazar uygulayan işveren bulamazsın. 11-12 saatlere ulaşan fazla mesaisi ödenmeyen çalışma günleri yaşarsın sesini çıkartan bulamazsın. Kanunda işçinin işten çıkarılması için geçerli veya haklı neden olmaz ise işten çıkaramazsın yazar. Neden göstererek işten işçi çıkartan işveren bulamazsın. Kanunda sigortalı olmak işçinin vazgeçilmez hakkı yazar 10 milyon kayıt dışı çalışan bulursun!! Kanunda kıdem tazminatı işçinin işsiz dönemlerinin ekmek parasıdır hemen ödenir yazsa da tazminatı veren işveren bulamazsın.
Bunların hepsi çalışanların aleyhine gelişirken, emekçiler ezilirken, ekmeğini alın teri ile kazananlar her gün biraz daha zorlanırken sendikalar bu olup bitenleri sadece seyrediyorlar. Düşünün son 10 yılda çalışma mevzuatında çıkarılan kanunların hepsi ayrı ayrı tepkilerin en üst seviyeye çıkması gereken kanunlardı. Esnek çalışmanın doğduğu 4857 sayılı iş yasası da kademeli olsa da emeklilik yaşını 2036 yılından sonra 60'tan 65'e çeken 5510 sayılı Kanunda, birçok torba yasada böyleydi.
Bütün bunlar olurken sendikalar neredeydi peki? Ben söyleyeyim onlar halkımız arasında kullanılan şekli ile alavere dalavere peşindeler. Kendilerine muhalif olanları yok etmek amacı ile nerede bir kanunsuzluk var sendikalar orada, nerede bir hukuksuzluk var sendikalar orada ülkeye adalet ve hakkaniyetleri ile örnek olmaları gerekirken ve üyelerinin haklarını korumaları gerekirken sadece kendi çıkarlarını koruyan ve üyelerinin emanet ettiği aidatları babalarının paraları gibi yiyen sendikalar her geçen gün kan ve güven kaybetmektedirler.
Asgari ücretle günde 12-13 saat çalışmaya zorlananlara, iş kazaları tehdidi ile canı pahasına çalışanlara sahip çıkmayan, kayıt dışı ile mücadele etmeyen; bunun karşısında kendi haklarına gelince tazminatları, ücretleri, çalışma koşulları, iş güvenceleri, sigortaları tıkır tıkır işleyen ve tıkır tıkır dönen tekeri kırmamak için kah koltuk kavgasında, kah malum örgütsel faaliyetlerde, kah siyasi çatışmalarda, kah başka başka hesaplar içinde olan sendikacılar bir an önce hukuksuzluğun, adaletsizliğin değil, emeğin, alın terinin hesabı içinde olmalıdırlar. Çünkü hukukun ve hakkın savunulmadığı yerde yalnızca açık zulüm vardır. Ve sendikalar zulmün doğduğu değil yok olduğu yerler olmalıdırlar.