Teali İslam Cemiyeti Beyannamesi

İskilipli'nin başkanlığını yaptığı İslam Cemiyeti'nin yayınladığı bildirilerden bazı bölümleri şöyle özetleyebiliriz;
'Kilit Türkiye anahtar İngiltere'dir. Alem-i İslam kilidinin anahtarını İngiltere'nin emin ve itimat edilir eline tesliminde Alem-i İslam için hiçbir tehlike yoktur.' 'Yunan ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiçte zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlukat Ankaradadır.' 'Bu herifler, bu hin oğlu hinler memleketin başına kendi elleriyle getirdikleri her belada, her muharebede alemi ölüme teşvik etmek, halkı kırdırarak kendi canlarını beslemek ve evvelkinden daha zinde ve kuvvetli bir mevcudiyetle muharebenin sonuna çıkmak usulünü pek iyi biliyorlardı. Muharebe olur, harbi kendisi çıkarmayan her sınıf halk zayiata uğrar, cidden azalır; fakat İttihatçılar sanki eskisinden fazla çoğalır. Bu hal gözbağcı ittihatçılara mahsus bir sinirdir. Harb-i Umûmi'den evveli İttihatçılarla sonrakiler arasında bir mukayese yaparsanız bu dakika vakıf olursunuz. Bu sır ve sihrin miftahını da, arzettiğimiz veçhile başkalarını harbe ve ölüme sevkederek kendileri geride yaygara ile vakit geçirmek ve tehlikeden kendilerine iltica ederek kul köle yazılanların adediyle kendi mevcutlarının adedini artırmak usulünü maharetle idare etmelerinde aramalıdır.' 'Halbuki millet hala aldanıyor, aldatılıyor, lüzumsuz yere girdiği ve mağlubiyetle çıktığı bir muharebenin ferdasında da aklını başına toplayamıyor! Kendisini hala aldatmağa çalışan heriflere niçin diyemiyor ki: 'Ey hainler, Ey Allahtan korkmayan ve peygamberden haya etmeyen mahlûklar, muharebe ettiniz, başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv ve perişan ettiniz, devletlere karşı mağlûp olduk' dediniz mütareke imzaladınız, silahlarımızı, boğazlarımızı, Pay-ı tahtımızı teslim ettiniz. Şimdi neye tekrar gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet ve gazaplarını davet etmekten ve istila olunmayan bakiye-i memleketimizi de istila ettirmekten başka bir fa-idesi olmayacak surette mecnunane hareketlere kalkışıyor ve bizi de eskisi gibi boşuboşuna kırdırıyorsunuz?! Düşünmüyorsunuz ki Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz: hudanegerde sizin yalanlarınızı şahit tutarak işgal ettiği memleketimizde; 'bu kadar kan döktüm ve şöyle fedakarlık ettim, böyle emek çektim' diyerek hakk-ı feth davasına kalkar! Hem sizler ey yalancı ve deni şakîler! Kendi milletimize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı şekavet ve şenaatleri irtikap edip dururken milleti, eşrafı memleketi, ulemayı asıp keserek mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvay-ı Milliye namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek hukuk-ı milleti müdafaa edeceksiniz öyle mi? Utanmaz hainler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenab-ı Hakk'ın gazap ve laneti sizin üzerine olsun!' Şimdi sulh imzalandı Kuvay-ı Milliyye belasının tevlit ettiği mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt altına girdik. Devletler şimdi bize: 'Eğer Anadolu'da Kuvay-ı Milliyye isyanını devam ettirir ve bastıramazsanız İstanbul'u da elinizden alacağız' diyorlar. Kuvay-ı Milliye eşkiyası ise İstanbul'u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar. Ey kahraman askerler! Harb senelerinde sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin beyhude yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de var idi! İşte bu hainlerin harb cephesi haricinde kalmış olan efrad-ı alinize kanlı elleriyle ne kadar fecayi-i irtikab etmiş olduklarını harbden avdetinizi müteakib gördünüz! Bugün yine o şakiler, bağilerdir ki elleri birtakım yetimlerin, dul kadınların kanlarına mülamma olduğu halde kalbgahınıza sokularak sizi mahvetmek ve evlad-ı iyalinizi yetim ve dul bırakmak ve servet ve saadetinizi külliyen çalmak için şeytanın dahi hatırına gelmeyen hiyle ve desaisi irtikab ediyorlar. Siz bu zalimleri cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetva-i şerif ki Allahın emridir, okuduğunuz hatt-ı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır, siz Allahın emrine halifenin fermanına ittibaen bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunların vücudlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur'.

Şapka Meselesi

Bu mesele ile ilgili Cumhuriyet ve devrim karşıtlarının iddiaları şöyledir ; 'İskilipli Atıf hoca şapka giymediği için hem de kanundan 1,5 sene önce yazdığı risale bahane edilerek asılmıştır'. Bu iddianın doğru olduğuna inanan bir kişi rahatlıkla Atatürk zamanında şapka giymeyenlerin hemen tutuklanarak mahkemede ölüm emri verildiğini zannetmektedir.
İskilipli Atıf Hocacıların İskilipliyi savunurken bahsettikleri risalenin adı 'Frenk Mukallitliği ve Şapka'dır. Yani 'Batı taklitçiliği ve Şapka'. Bu risale 12 Temmuz 1924'te yayınlanır. Risalede şapkanın 'gavur serpuşu' olduğunu, şapka giyenlerin 'kafir' olacağı iddiaları vardır. Burada şu soruyu sormak gerekir; İskilipli Atıf şapka devriminden 1,5 yıl önce neden isminde şapka kelimesi geçen bir risale yayınlamıştır ? Aslında şapka devrimini ilk düşünen Osmanlıdır ve Osmanlı döneminde de şapka meselesi tartışılmıştır Örneğin 1915 yılında Kılıçzade Hakkı Bey, 'Akvamü's Siyer Münasebetiyle Yusuf Suad Efendi'ye Tahsisen Softa Efendilere Tamimen Son Cevap' adlı risalesinde şapka giymenin İslamiyet açısından sakıncası olmadığını şöyle ifade etmektedir;
'Türkiye'de ittihad-ı efkar mevcut olmadığına en birinci delil esaslı ve milli bir kıyafetimizin mevcut olmaması yani herkesin istediği gibi giyinmesidir. İttihad-ı efkar, asann-ı mutlaka her şeyde gösterir. Onun için bu cihet ihmal edilmeyecek bir keyfiyettir. Müslümanlığın kıyafet-i mahsûsası olmadığına nazaran şapka giyilmesinde hiç bir zarar yoktur. Ecdadımızın giydiği kavuklar hiç olmazsa memleketimizde i'mal olunuyordu. Halbuki feslerimiz Avrupa'dan geliyor. Kendi metamız olmadıktan sonra serpuş olarak herhangi bir şapkayı kabul etmeliydik. Hiç olmazsa bu suretle herkes başına daha süslü ve daha dayanıklı ve bilhassa daha faideli bir serpuş koymuş olurdu'
Ayrıca Enver Paşa da 1. Dünya Savaşı'nda orduda şapka devrimi yapmış ve askerlerin giydiği şapkaya 'Enveriye' ismini vermiştir.1925 yılında 'Şapka Kanunu' kabul edilir. Aralık ayından itibaren de bazı kışkırtıcılar bunu bahane ederek, Giresun'da, Rize'de, Antep'te, Maraş'ta, Konya'da bazı olaylar çıkarırlar. 'Hükümet bizi dinsiz yapacak, şapka geldi din elden gitti, yakında Kur'an'ı kaldırırlar' gibi iddialarla halkı galeyana ve bir kalkışmaya teşvik eden provokatörler türer. Bu provokatörler daha sonra yakalanır. Bunların çoğu o yörenin insanı bile değildir. Örneğin Rize'de şapkayı bahane ederek Rize halkını kışkırtarak isyan çıkaranlar yakalandığında onların Rizeli olmadığı anlaşılır. Bu kışkırtıcılık olayları artınca İstiklal Mahkemeleri harekete geçer. Bu mahkemeler Maraş'a, Rize'ye isyan çıkarılan yerlere gider ve olay yerinde durumu inceler. Örneğin, Giresun İstiklal Mahkemesi Giresun'daki yargılamaları sırasında kışkırtıcıların elinde İskilipli Atıf'ın Frenk Mukallitliği ve Şapka adlı kitabının olduğunu görürler. Birçok provokatör bu kitabı kullanarak halkı isyana teşvik etmektedir. Rize'de de durum aynıdır. Bunun üzerine Giresun İstiklal Mahkemesi İskilipli Atıf'ı getirttirir ve 'Bu kitabın isyancıların elinde ne işi var?' diye sorar. İskilipli Atıf, 'Benim haberim yok benim kitabımı almışlar, kullanmışlar. Ben bunu şapka devriminden önce yazmıştım' der ve beraat eder. Giresun İstiklal Mahkemesi heyetiyle birlikte gemiyle İstanbul'a döner.
Daha sonra İstiklal Mahkemesi bir karar alır ve İskilipli Atıf'a 'Artık bu kitabı basmayacaksın ve bir daha dağıtmayacaksın' der. Kitabın dağıtımını durdurur. Bu dönem bir başka açıdan da nazik bir dönemdir. Çünkü Şeyh Sait isyanı devleti her açıdan çok zor duruma sokmuştur. Bu kitap bu isyanda da itici bir güç olarak kullanılır. Bunun üzerine bu sefer de Ankara İstiklal Mahkemesi İskilipli Atıf'ı yargılar. Ankara İstiklal Mahkemesi yargılamasında Mahkeme başkanıyla İskilipli Atıf'ın konuşmalarında tüm gerçek ortaya çıkar. Bütün belgeleri toplayan mahkeme şöyle sormaktadır ; 'Rize'de isyan çıkaranların elinde bu kitap varmış, biz bu kitabı yasaklamıştık niye gönderdin? Malatya'da Demirci Mehmet ustaya bu kitapları niye gönderdin? Bunlar yasaktı, adamlar isyanları körüklemişler.'
İskilipli Atıf, yazdığı risaleden sonra, şapka devrimine kadar tutuklanmamıştır. Şapka kanunu çıktıktan sonra Rize, Giresun, Maraş, Sivas gibi illerde şapka kanununa karşı dinsel kışkırtmalarda yazmış olduğu risalenin kullanıldığı tespit edildiği için tutuklanıp 16-18 Aralık 1925 tarihlerinde Giresun İstiklal Mahkemesi'nde yargılanır. Söz konusu risalenin şapka devriminden önce yazıldığı bu yüzden de suçlama yapılamayacağı gerekçesiyle beraat eder. İskilipli Atıf'ın şapka risalesinden dolayı beraat ettiğini Necip Fazıl bile kabul etmektedir. Ortada kala kala 'Frenk mukallitliği' isimli kitap kalır ki bu çalışma da şapka kanunundan çok önce yayınlandığı ve hiç de böyle bir teşebbüs ve tahmin yoluyla kaleme alınmadığı için herhangi bir suç teşkil etmekten uzaktır.
Necip Fazıl'a göre İskilipli Atıf polis müdürlüğündeyken ailesine şu mektubu yazar; 'Bugün Karadeniz vapuru ile İstanbul'a getirildim. İstiklal mahkemesi heyeti de bizimle beraber İstanbul'a geldi. Giresun'da vuku' bulan bir hadisede kitap dolayısıyla beni alakadar zannettiler. Bilahare alakam olmadığı tebeyyün eyledi. Orada olan su-i zandan halas oldum' (Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları s.96) (Devam Edecek).