Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza ile, evinde birkaç kez görüşmüş olduğunu kabul eden Abdülkadir, ayaklanmadan kesinlikle haberi olmadığına yemin ederek şunları söyler ;

'Ben bir İslam Cumhuriyeti taraftarıyım. Cumhurbaşkanlığı babadan oğula geçmez. Her meclis değiştikçe de hükümet başkanı değişemez. Cumhurbaşkanlığı ya istifa, ya hall veya ölümle nihayet bulabilir. Müddete bağlı olmamalıdır. Gerçekten şer'an da böyledir ve hem de kanaatim bu merkezdedir. Ben Cumhuriyet taraftarıyım. İşte arz ettim'.

Türkler aleyhinde 'utanmazlar' kelimesini kullandığı bir şiirin, kendisinin olduğunu kabul eder. Arkadaşlarıyla birlikte, yabancı elçiliklere başvurup Kürdistan bağımsızlığı için çalıştığını itiraf eder.

Abdülkadir'den sonra Sadi'nin sorgusuna geçilir. Sadi, 1913 yılından beri bağımsız bir Kürdistan için çalışmış olduğunu, bu sebeple bir çok Kürt cemiyetine katıldığını açıkladıktan sonra, Kürt Teali Cemiyeti kimlik kartının üzerindeki yeşil bayrağın, Kürdistan muhtariyetini belirttiğini ve cemiyetin Kürdistan muhtariyetine çalıştığını, Kürt Neşr-i Maarif Cemiyeti'nde Seyyid Abdülkadir, Ahmet Ramiz ve Dr. Abdullah Cevdet Beylerin bulunduğunu açıklar. Anadolu'ya katılmak için geldiğinde, casus olduğundan şüphelenilerek 35 gün tutuklu kaldığını, serbest bırakılınca Sadaret'e (İstanbul Hükümeti) bir dilekçe verip, 500 atlı ile Kuvay-ı Milliye'yi basmak istemiş olduğunu itiraf eder. 21 Mayıs tarihli duruşmada Abdülkadir ve Kör Sadi, daha önce odalarında yaptıkları kavganın da etkisiyle birbirlerini suçlamaya, Cemil Paşazade Ekrem de her ikisini birden suçlamaya başlar. Kör Sadi Abdülkadir'in, odalarında iken kendisini öldürmek istediğini, şimdiye kadar kendisine hizmet ettiğini, fakat artık Abdülkadir'in kendisine yardım etmediğini, felaketli günlerde yardım etmeyen Abdülkadir hakkında bildiklerini açıklamaya başlar. İstanbul'da Mr. Templeton (Niyazi Bey) ile Abdülkadir'in bilgisi altında görüştüğünü, kendisinden emir aldığını, Şeyh Said'in oğlu Ali Rıza'nın, Abdülkadir'in evinde 2 gün kaldığını ve ayaklanma planlarının o zaman yapıldığını, Abdülkadir'in bilgisi olmadan Kürdistan'da yaprak bile kıpırdayamayacağını, oğlu aracılığı ile İngilizlerle ilişki kurduğunu, hatta bütün iskele hamallarını elde ederek, cephaneyi İstanbul'dan Abdülkadir'in sağlamış olduğunu söyler. Abdülkadir, 'yalan söylüyor. Bu mel'undur, matruftur, haristir. Bütün bu hikayeleri bir gecede uydurdu' diyerek, Sadi'nin üzerine yürür. Cemil Paşazade Ekrem, olayla ilgili olarak kendi adı da geçtiği için bu olaylarla ilgisi olmadığını, yalan söylediklerini belirtir. Duruşma 23 Mayıs'a ertelenir.

23 Mayısta yapılan duruşmada savcı söz alarak, Seyyid Abdülkadir, Seyyid Mehmet, Kör Sadi ve davaları birleştirilmiş olan Hacı Ahdi, Kemal Fevzi ve Hoca Askeri'nin mahkum edilmelerini, Cemil Paşazade Ahmet, Nafiz, İlyas ve Kado, Sito, Rifat ve Hüseyin'in beraatlarını, Nakip Bekir Sıtkı'nın Şeyh Sait ile birlikte yargılanmalarını ister. Sanıklar savunmalarını kendileri yapar. Kör Sadi kendisini savunmadan çok, Abdülkadir'i suçlar. Kemal Fevzi Bey ise, uzun olan savunmasında, ayaklanmanın sebeplerini inceleyerek, bu konuda en büyük sorumluluğun İstanbul basınına düştüğünü, basının hükümete sorumsuzca saldırdığını, bu sebepten dolayı cahil ve hain kişilerin amaçlarına alet olarak, hükümetin kudret ve kuvvetini sarsılmış olarak gösterdiğini idrak edemediğini ileri sürer. Savunmalardan sonra mahkeme kararını açıklar ; Seyyid Abdülkadir, Seyyid Mehmet, Kemal Fevzi, Kör Sadi, Hoca Askeri ve Avukat Hacı Ahdi'nin idamlarına, Cemil Paşazade Ahmet, İlyas ve Nafiz'le dört adamının beraatlarına, Nakip Bekir Sıtkı'nın, Şeyh Said ile birlikte yargılanmasına karar verilir. İdam kararı 27 Mayıs 1925 tarihinde Diyarbakır'ın Ulucami önünde uygulanır. İnfaz sırasında, Kemal Fevzi suçsuz olduğunu söyler. Hacı Ahdi 'Yaşasın Kürtlük Mefkuresi, Yaşasın Kürdistan' diye bağırırken, halk da 'Yaşasın Cumhuriyet' diye bağırır. Seyyid Abdülkadir, 'siz beni asmakla Kürtleri gayretlendiriyorsunuz, Kürtlerle Arapların birleşmesine sebep oldular' der. Oğlu Mehmed, 'Evlad-ı Resul'e bu hal reva görülür mü, hükümet başına bela açtı' der. Kör Sadi ise, 'son sözüm, memleketin selameti namına muhterem hakimler heyetinin hakkımızda verdiği kararı minnet ve şükranla karşılamak ve kabul etmektir. Hepimiz idam cezasına müstahakız. Çünkü vatana ihanet ettik. Allah, Türk millet ve memleketinin saadetini müemmen ve ebedi etsin, başka sözüm yoktur' diyecektir. Aynı gün Şeyh Said'in yargılanmasına başlanır. Bu infazlarla, ayaklanmanın önemli isimlerinin idamı gerçekleşmektedir. Seyyid Abdülkadir'in idam edildiği, Şeyh Said'in yargılanmasının devam ettiği 3 Haziran tarihine kadar, İstiklal Mahkemesi ayaklanmaya katılmak suçlarından 398 kişiyi yargılar. Bunlardan 28'i yüzlerine karşı, 21'i gıyaben idama, 5'i, 15 sene, 1'i, 14 sene, 3'ü, 3 sene, 4'ü, 2 sene, 1'i, 16 ay, 15 kişi, 3 ay, 2 kişi, 2 ay hapse mahkum edilir. 4 kişi sıkıyönetim bölgesi dışına sürülmüş, 3 kişi harp divanına verilmiş, 47 kişi de beraat etmiştir.

Şeyh Sait ve Arkadaşlarının Duruşması

Şeyh Said ve 38 arkadaşı 6 Mayıs 1925 tarihinde yargılanmak üzere, üçüncü Ordu Müfettişliği'nin 10 Mayıs 1925 tarih ve 374 nolu yazısıyla, gerekli dosyalar ile birlikte İstiklal Mahkemesine gönderilmişlerdir. Diyarbakır Hükümet Konağı önüne getirilen kafile, 3. Ordu Müfettişi General Kazım (Diyarbakırlı), Kolordu Komutanı General Mürsel, Diyarbakır Valisi Mithat, İstiklal Mahkemesi Başkanı ve üyeleri, çeşitli görevliler tarafından karşılanır. Mürsel Paşa, Şeyh Said'e yolculuğunun nasıl geçtiğini sorar. Sanıklar, tutuklu olarak bulundurulacakları yere götürülürler.

Tutuklu bulunduğu sırada, Savcı Süreyya Bey ile yaptığı resmi olmayan görüşmelerinde Şeyh Said, ayaklanmanın basit bir olay sonucu çıktığını, daha önceden planlanmamış olduğunu, herkes gibi kendisinin de bu eylemin başında değil içinde bulunduğunu ileri sürmekte, savcının Piran'daki basit jandarma olayını bu kadar yaygın bir ayaklanmaya yol açmasının imkansızlığını belirtmesine karşılık da aynı görüşü tekrarlamaktadır. Süreyya Bey'e göre Şeyh Said, eğer yakalanmanın daha önce planlanmadığına savcıyı ve yargıçları inandırabilirse, idamdan kurtulabileceğini ve belki de affedileceğini düşünmektedir. Bunun için, ayaklanmanın başına da kendi isteği ile değil, isyancıların zoruyla geçtiğini iddia eder. Savcı Süreyya Bey, bu resmi olmayan konuşmalarının duruşmada aleyhine delil olarak kullanılamayacağı konusunda Şeyh Said'e söz vererek, daha çok açıklamada bulunmasını ister. Şeyh Said, olayın daha önce planlanmadığı iddiasında ısrar ederken, amacının yalnız şeriat hükümlerinin hükümet tarafından uygulanmasını sağlamak olduğunu, kendisine ayaklanma için teklifte bulunan Yusuf Ziya ve Cibranlı Halit ile ilişkisi olmadığını, onların amacının Kürtçülük olduğunu söyler, planlama işiyle ilgisi olmadığını ısrarla tekrar eder. Savcının kendisine gösterdiği yakınlık ve 'elimde olsa sizi ömür boyu hapseder, Cumhuriyet'in bu ülkeye sağlayacağı yararları görmenizi isterdim' sözünden cesaret alarak, affedilmesini rica eder. Savcının, buna yetkisi olmadığını, mahkemenin adaletinden şüphe etmemesini söylemesine karşılık, 'Ben adalet istemiyorum, merhamet, atifet, af istiyorum. Adalet tatbik olunursa benim halim nice olur. Beni, sizin buyurduğunuz gibi uzak bir yerde, bir şehirde oturmaya mecbur kılsalardı onu isterdim' cevabını verir (Devam Edecek).