İnsanlık olarak 'kıyamet arifesi günleri' yaşar gibiyiz. Bir yerlerden çıkıverecek umut ışığının hayatımızı yeniden aydınlatmasını nasıl da bekliyoruz.
Okul yolları sessiz, okul yolları küskün. Bu yolların rengi, ışığı olan çocuklar, küçücük odalarda ekran tutsağı.
Kulağı dolduracak çocuk cıvıltılarını, kasvetlenen okul binalarını sesleriyle çınlatmalarını, karanlığı aydınlatan yakamozlar gibi ışıldamalarını nasıl da özlüyor insan.
'Okul yolu düz gider,
Çocuklar bayram eder.' demeyi…
***
Öğretmenler olmasa,
Emekler boşa gider.' diyebilmeyi ne kadar istiyoruz.
Çocuğun karşısında ekran gibi, robot gibi, program gibi dijital/sanal ne koyarsanız koyun öğretmenin yerini dolduramayacağını;
Eğitimin harcının; çocuğun gözüne bakarak, onun hayatına dokunarak, tatlı bir gülümsemeyle güven oluşturarak karılabildiğini şimdi daha iyi anlıyoruz.
Ustasının da öğretmen olduğunu...
***
Kişiliğini aidiyeti ile tanımlayan toplumlarda 'mesleki kişilik' kavramı biraz sorunlu olsa da; insanın kişiliğini bulduğu, doyum sağladığı alan mesleğidir.
Öğretmenlik emir komuta zincirine tabi diğer devlet memurluklarına benzemez. Öğretmen 'işe gidiyorum' demez, 'okula/derse gidiyorum' der.
Bu nedenle ülkenin geleceğini inşa edecek insan gücünü yetiştiren öğretmenlik mesleğinin kendine özgü bir yeri vardır.
Aklı başında bir devlet insanı da, öğretmenliğin bu özelliğini dikkate almakla mükelleftir.
Öğretmen hayata geçireceği programa katılamıyor, her şey yukarıdan dikte ediliyor, yaratıcılığı körletiliyorsa;
Ayaküstü formasyonlarla farklı alanların kişileri öğretmen olarak görevlendiriliyorsa;
Öğretmenle dama taşı gibi oynanıyor, kadrolu/kadrosuz, ücretli, görevli gibi farklı personel rejimleri uygulanıyorsa;
Diploma verilip iş verilmeyen öğretmenler özel sektörün insafına bırakılıyorsa;
Öğretmenliği 'itibarsızlaştırma' yolu açılmış demektir.
Böyle olunca da öğretmenlik mesleği ayağa düşer ve gençlerin iyi yetişmesinden, ülkenin doğru bir geleceğe yol almasından söz edemeyiz.
24 Kasımlarda hamasetle süslenen sözler de, 'havanda su dövmek'ten öteye geçmez.
***
Bütün mesleklerde; eğer kişinin kendisi, ücreti, çalışma koşulları, meslekte yükselme ve gelişme beklentisi gibi istekleriyle ilgili olumlu algı varsa, 'iş doyumu' vardır.
Kurumun amaç ve değerlerini kabullenmiş olarak gayretle çalışıyor, kendini kuruma ait hissediyorsa 'örgüte bağlılık'tan da söz edilebilir.
Uzmanlar bu iki ölçüt ile mesleki sevginin/saygının birbirine paralel sonuçlar vermesini bekler. Oysa eğitim alanında yapılan araştırmalar bunun böyle olmadığını söylüyor.
İş doyumu ve örgütsel bağlılık koşulları oluşmadığı halde;
Yöneticilerin siyasi müdahalelerle sık sık değişmesi, okul müdürlerinin liyakate bakılmaksızın ahbap-çavuş, dayı-emmi, yandaş-yoldaş ilişkisiyle atanması, kurumsal yapının her bakan değiştiğinde alt üst edilmesi, uygulamaların bilim dışı müfredat arayışı ve tutarsızlıklarla tavan yapmasına rağmen;
Öğretmenlerin çoğunun, bireysel olarak öğretmenlikten aldıkları 'manevi tatmin'i önemsedikleri görülmüştür. Onlar, her türlü olumsuzluğa rağmen mesleklerini seviyorlar.
***
İncelediğim araştırmanın satır aralarından öğretmenin sesini duyar gibi oldum.
Diyor ki; eğitim sistemi ne olursa olsun, yöneticim hakkımda ne düşünürse düşünsün, politize olmuş bu toplumun hakkımdaki algısı ne olursa olsun, çalışma koşulları ne kadar zor olursa olsun;
Ben mesleğimi severek yapıyorum kardeşim.
Benim yüzüm her zaman ve her koşulda kendime ve ülkemin geleceği olan çocuklarımıza dönük olacaktır.
***
Başta belirttiğim şarkı şimdi anlamını buldu işte.
Her şeye rağmen 'iyi ki öğretmenler var' diyorum ve emeklerinin boşa gitmeyeceğine inanıyorum.
Öğretmenler gününüz kutlu olsun!