Tam adı olan Jacinda Kate Laurell Ardern olan Yeni Zelanda Başbakanı, partneri ve televizyon sunucusu Clarke Gayford, geçen yıl dünyaya getirdiği kızı ve kedisiyle yaşıyor.
Parasız eğitim, kürtaj yasağının kaldırılması ve çocuklar arasında yoksulluğunun yok edilmesi gibi konularda mücadele verdi. Kendisini 'sosyal demokrat ve ilerici' diye tanımlıyor.
2017 yılında başbakanlık yarışına girdiği zaman sık sık Kanada Başbakanı Justin Trudeau ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'la kıyaslandı. Üçünün de ilerici, hırslı ve genç oluşu üzerinden karşılaştırmalar yapıldı.
Seçildiği sırada kamuoyunda o kadar popülerdi ki bazı yorumcular, boş zamanlarında DJ'lik yapmayı seven Ardern'in bu renkli görünümün arkasının siyasi olarak boş çıkması endişesini dile getirmeye başladılar.

Seçimlerde hiçbir partinin çoğunluğu sağlayamaması sonucu, Önce Yeni Zelanda partisi liderinin, halkın büyük çoğunluğunun kapitalizmin bir dost değil düşman olduğuna inandığını ve bu nedenle kendi partisinin İşçi Partisini destekleyeceğini açıklamasının ardından ülkesinin başbakanı oldu.
Kaldığı evi değiştirmedi. Evi için ne gibi güvenlik önlemleri alacağı sorulduğunda evlerinin önündeki çiti gösterdi.
Hükümetin başına geçtiğinde hamile olduğunu yeni öğrenmişti. Doğum zamanı gelince kendi arabasıyla devlet hastanesine gitti ve koğuşlardan birine yattı. Halkının yanında doğum yaptı. Ülkesindeki yerli Maori halkıyla yerli olmayan halkını bebeğinin adında bütünleştirdi: Neve Te Ahora : Işıldayan Sevgi. Maori kabileleri bebeğin plasentasının kutsal topraklarına gömülmesini istediler. Doğumdan dört gün sonra bebeğini evine yine kendi arabasında götürdü. Parlemento annelik-babalık iznini 18 haftadan 22 haftaya çıkarmıştı. Kendisi bunun 6 haftasını kullanıp göreve döndü.

Bebeğini henüz emzirdiği için Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısına onu da götürmek zorunda kaldı. Ancak onun bezlerini değiştirecek biri de gerekiyordu; yaşam arkadaşını da yanında götürdü. Onun bütün masraflarını kendi cebinden karşıladı. Uçaktaki yolculardan bebeğinden dolayı özür diledi. (BM binasındaki toplantı salonlarından birinde babası Neve Te Aroha'nın bezini değiştirirken içeri giren Japon delegeleri hayretler içinde kalmış ve kokuya dayanamayıp hemen odayı terk etmişlerdi).

Hiçbir dine bağlı değildi; bilinmezciydi. Ülkesindeki elli Müslümanın katledilmesinin ardından, geride kalanları sevgiyle, şefkatle ve bütün içtenliği ile sımsıkı kucakladı. Katliamın ve katliam zanlısının bazı meydanlarda görüntülenmesine karşılık o zanlının adını bile anmayıp onu aşağılayarak ve kimsizleştirerek ona en büyük cezayı verdi. Öğrencilerine kesinlikle nefret duygusu taşımamalarını öğütledi. Bütün bunların ardından aldığı ödül, yurt dışındaki yurttaşlarının gerekirse kefenlere sarılıp yurduna geri gönderileceği tehdidi oldu.

Ülkesini dünyada çocukların yetişeceği en iyi ülke yapmaya ant içti.
Guardian yazarı Suzanne Moore onu şu sözlerle tarif etti:
'Martin Luther King, sahici liderlerin uzlaşma aramayıp, kendilerinin bir uzlaşma yarattıklarını söylemişti. Ardern da, eylemiyle, şefkati ve birleştiriciliğiyle yol göstererek farklı bir uzlaşma yarattı. Terör, farklılıkları görür ve yok etmek ister. Ardern farklılıkları görüyor ve onlara saygı gösteriyor, kucaklıyor ve bağ kuruyor.'

Jacinda Ardern - yeryüzünde arda kalan birkaç insandan biri. Ve yaşamından kısa bir kesit.
Seçimlerimize kısa bir süre kala birilerine örnek olması amacıyla sosyal medyada paylaşılan bilgileri ben de sizlerle paylaşmak istedim.