Hz. Ali'nin halifeliği, Medine'de hemen kabul edilir. Fakat daha önce Osman'ın karşısında olanlar, onun halifeliğini de tanımak istememektedirler. Bu nedenle suçluların cezalandırılmasını isteyen Osman taraftarı bir parti oluşur. Bu olaylar karşısında Hz. Ali, birçok yeni düşman da kazanacaktır; özellikle Osman'ın tayin ettiği adamları görevlerinden almakla, gelişmeleri daha fazla aleyhine çevirir. Muhalefet cephesi, önceki tutumlarını unutan Ayşe, Talha ve Zübeyr etrafında toplanır. Bunlar Hz. Ali'ye karşı birlikler toplarlar ve Hz. Ali, 656 yılının Ekim ayında, ordusunun başında Medine'den ayrılır. Bu olay, iki açıdan önemlidir; birincisi Medine bir daha İslam İmparatorluğu'nun merkezi olarak kullanılmayacaktır; ikincisi ise ilk kez bir halife, Müslüman bir orduyu, yine Müslüman bir orduya karşı harekete geçirmiştir.
Cemel Savaşı diye bilinen bu çatışmada Hz. Ali, onları bozguna uğratır ama bu karşı duruş hareketi son olmayacak, zaman zaman İslam dünyasını şiddetle çalkalandıran ve bazen de sistemin temellerini sarsan iç çatışmalar böylece başlamış olacaktır. Kufe'yi merkez edinen Hz. Ali, Suriye hariç tüm İslam Devleti'nin hakimi olmasına rağmen, taraftarları arasındaki kabilevî ve siyasi anlaşmazlıklar nedeniyle siyasal ve askeri durumu çok da iyi değildir. Buna karşılık Muaviye, Suriye'de çok güçlü bir durumda olup, çok güçlü bir orduya sahiptir.
Hz. Ali, Selefinin atadığı valileri görevlerinden almaya başlayınca, Hz. Muhammed'in sağlığında vahiy katipliği de yapmış olan, Osman'ın akrabası ve o sırada Suriye valisi Muaviye b. Ebû Süfyan ile hesaplaşmak zorunda kalacaktır. Çünkü Muaviye, 'şehit edilen' halifenin öcünü almak üzere ortaya çıktığını söylemektedir. Bunu kendisine sağlam bir propaganda aracı yapan Muaviye, Hz. Ali'yi dini ve siyasal açıdan çıkmaza sokmaya çalışmaktadır. Önerisi ve iddiası şudur; Osman'ın katillerini bulup yakalamak ya da halifelikten alınmasına sebep teşkil edecek olan katiller ile suç ortaklığını kabul etmek. Böylece mesele şahsi mesele olmaktan çıkmış, 'İslami meselelerin halledilmesinde Suriye mi, Irak mı son söz sahibidir?' şeklini almıştır.
Muaviye, Hz. Ali'nin kendi yerine gönderdiği valiyi kabul etmemekle açıkça ona karşı çıkar. Harekete geçmek zorunda kalan Hz. Ali, 657'de Sıffin'de Muaviye ile savaşır. Hz. Ali'nin ordusu zafer kazanmışken, mağlup olan Suriyeliler, Kur'an sayfalarını mızraklarının ucuna takarak 'bu hususta Allah karar versin' diye bağırarak yeni bir kurtuluş çaresine ve hileye başvururlar. Hz. Ali'nin bu hileyi anlamasına karşın, taraftarları arasındaki dindar grup, Hz. Ali'yi ateşkesi kabule zorlar. Hakem olayı denen bu olayı kabul etmekle Hz. Ali, daha başlangıçta üstünlüğü Muaviye'ye kaptırmıştır; bunu yapmakla Hz. Ali, bir halife değil, hilafet makamında iddia sahibi bir kişi durumuna düşmüştür. Hakem olayı, Hz. Ali'nin önüne yeni zorluklar çıkarmıştır. Özellikle hakem olayını tanımayıp O'ndan ayrılan bir grup, Hariciler adı altında isyan eder. Hz. Ali'nin öncelikle bunlarla savaşmak zorunda kalması, onun gücünün zayıflamasına da neden olacaktır.
Sonunda hakem kararı, bir oldubittiye getirilerek Muaviye lehine sonuçlanır. Muaviye zaten hilafet makamında olmadığından asıl kaybeden Hz. Ali olmuştur. Muaviye, sadece bir eyaletin valisi durumundayken bu olayla Hz. Ali ile eşdeğer bir seviyeye yükselmiş, buna karşın Hz. Ali, bundan böyle hilafet üzerinde sadece bir iddia sahibi durumuna düşmüş olmaktadır.
Cabirî'ye göre Sünni kaynakların çoğu Hz. Ali'den üstün olduğu için değil, devleti tam bir çöküşten kurtarıp fetihleri gerçekleştirdiği için Muaviye hakkında bir sevgi ve sevinç duyulduğunu vurgulamaktadırlar. Sünni kaynakların Hz. Ali'ye yalnızca Hz. Muhammed'in amcaoğlu ve damadı olduğu için değil, aynı zamanda doğru davranışı ve nadir İslami ahlakı nedeniyle büyük ve derin bir ilgi göstermesine rağmen, genel olarak Ehl-i Sünnet anlayışındaki siyasi tavır ve algılayış, Hz. Ali'nin siyasi davranışına, özellikle fitne zamanında ve hakem olayı sırasında damgasını vuran tereddütten, üzüntü ve acı duyduğunu gizlemez; 'Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'in' dayanağı Hasan Basri'nin Hz. Ali'nin hakem olayını kabulü konusunda söyledikleri çok anlamlıdır; 'Emirû'l-mü'minin Hz. Ali'ye zafer, hakem olayına kadar devam etti. Haklıyken hakemi niye kabul ettin? Bir adım daha atsaydın ya, üstelik sen haklıydın.' Burada Hz. Ali'nin diğer iyi özelliklerine rağmen siyasi etkisizliğinin söz konusu edildiği söylenebilir. Ayrıca bu anlayışa göre, Muaviye'ye zafer getiren şey, onun siyasi becerisidir. Muaviye'nin halife ilan edilmesi, azınlığın çoğunluğa tahakkümünün de başlangıcıdır. Çünkü yalnızca Şamlıların valisi durumundaki Muaviye ve yanındakiler, Medine başta olmak üzere Şam dışındaki tüm İslam eyaletlerinin meşru halifesi olan Hz. Ali'yi ve onun halifeliğini tanımamıştır. Bunun için Muaviye ve taraftarları birçok insan tarafından, Müslümanların haklarını hile ile ellerinden alma faaliyetinin mensupları olarak görüleceklerdir.
Her ne şekilde olursa olsun hakem kararını tanımayan Hz. Ali, tekrar Suriye üzerine yürümeyi dener ama Haricilere karşı aldığı sert tavır, savaşmaları için hiç asker toplayamadığı Kûfe'de bile itibarının azalmasına neden olmuş gibi görünmektedir. Bundan sonra gelişigüzel çarpışmaların olduğu yıllarda Muaviye, Mısır'ın yönetimini devralarak ilerler. Hz. Ali, bundan sonra da hilafetini sağlamlaştırmaya çalışacaktır. 661'de Hz. Ali, bir Harici tarafından öldürülünce Kûfe'de hala ona bağlı durumdaki taraftarları, oğlu Hasan'a biat ederler ama Hasan, Muaviye ile uzlaşmaya vararak Medine'ye çekilir. Böylece Hz. Muhammed'in kayınbiraderi olan Muaviye, bütün eyaletlerde halife olarak kabul edilir.
İslam'ın daha ilk yıllarında meydana gelen huzursuzluklar, büyük ölçüde halifelik kurumu etrafında toplanmaktadır. Bu aslında dini kaygılardan çok iktidarın kime, hangi kavme ait olacağı kaygıları ile ilgili olmalıdır. Çünkü bu şekilde siyasi kudreti elinde bulunduracak olan kabile, aslında Arap siyasi tarihinde çokça örneği görülen kabileler arası savaşta üstünlüğü doğrudan ele geçirmiş olacaktır. Kaldı ki bu ekonomik ve sosyal üstünlüğü de yanında taşır. İslam ülkelerinde halifelik sadece dinî bir kurum olmadığı, aynı zamanda iktidar anlamına geldiği için olacak İslam'ın ilk yıllarında meydana gelen, hatta Müslümanlar ile Müslümanları karşı karşıya getiren ilk savaşlar da doğrudan hilafet kurumu etrafında gelişmiştir. İktidarı ele geçirme çabaları olarak görülen bu çatışmalar, daha İslamiyet'in ilk yıllarında başlayan sıcak gelişmelerin daha sonraki dönemlerde hangi boyutlara ulaşacağının bir göstergesidir aslında.
Her olay gibi Kerbela olayının temelinde de buna yol açan çeşitli sosyal, siyasal-dini, ekonomik, askeri ve geleneksel etkenler vardır. Olayın büyüklüğü, buradaki etkenlerin geçerliliğini gösteren bir kanıttır. Arap toplumunun sahip olduğu karakterden, ekonomik ve sosyal olaylardan, siyasi gelişmelerden pek çok etken, Müslüman dünyasını çok derinden yaralamış ve bölünmelere sebep olmuş bu olayın temelinde yer alır. Hz. Muhammed'in vefatını takip eden olaylara üç temel olgu yön vermiştir:
1- Cahiliye Dönemi'nde Arap siyasi yaşamının çekirdeği durumundaki 'Kabilecilik' anlayışı.
2- Kur'an'ın takdim ettiği dini anlayış ( inanç-akide )
3- Bunlara paralel olarak devamlı yenilenen sosyal-ekonomik çıkarlar ve üstünlük anlayışı.
Bu üç temel faktör Sakife toplantısında olduğu gibi, Emevîler zamanındaki bütün olaylarda da derin etkisini göstermiştir. (Devam Edecek).