Arap toplumunda başkanlık genellikle soydan devirle alınmamıştır; bunu Hz. Ali'nin, halife seçiminde önemsenmeyişinde de görürüz. Oysa Hz. Ali, kendisini bu konuda tek yetkili kişi görmüştür. Hatta bu işin kendisinden başkasına verilebileceğini düşünmemiştir bile. Fakat Emevî devrinde bunun soya geçişi 'Arap geleneğine karşı zorba bir yönetimin başarısıdır' denebilir. Üçüncü halife seçiminde, Abdurrahman'ın Osman ile Hz. Ali arasında seçim yaparken Osman'ı seçmesine karşılık, Hz. Ali'nin 'Bu, bize karşı yardımlaştığınız ilk gün değil' demesi, bunu açıkça gösterirken, yine başka bir rivayette Hz. Ali'nin; 'İnsanlar Kureyş'e bakıyor, Kureyş evine (kendine) bakıyor, şöyle diyor: Başınıza Haşimoğulları'nı getirirseniz onlar da ebediyen gitmez' sözü, Haşimiler'in bu görevi ele geçirmesinden korkulduğunu gösteren kabile mantığıyla ilgilidir. Gerçekten de Hz. Ali'nin kısa, Hasan'ın ise çok kısa süren hilafeti dışında Haşimiler, bir daha hilafet makamına getirilmeyecektir.
Ümeyyeoğulları'nın ise zamanla iktidara nasıl tamamen yerleştiği, Muhammed Âbid Cabirî'nin, Makrizi'nin ifadesine dayanarak söylediği: 'Resulullah'ın, Hz. Ebu Bekir'in ve Hz. Ömer'in valileri arasında nasıl Haşimoğulları'ndan kimsenin olmadığına bir bak. Bu ve benzerleri, Ümeyyeoğulları'nın dişlerini biledi, kapılarını açtı, bardaklarını doldurdu ve içlerini tutuşturdu' sözlerinde belirir; Ümeyyeoğulları'nın iktidara nasıl bu kadar rahat yerleştiklerini ve bu görevde kaldıklarını açıklar. Emevîler'in iktidarı ele geçirmelerini ve rakipleri Haşimoğulları'nı uzaklaştırmalarını sağlayan sebep ve etkenler konusunda Makrizi'nin bakış açısı şunu gösteriyor ki: 'Şura' sırasında adayların Osman'ı seçmesi, silahlı karşılaşma alanında Hz. Ali'ye karşı zafer kazanmayı başardıklarının işaretidir.
Bir sözünde Muaviye, 'kabilede' siyaset yapma işleminin sağlamlığına şöyle kanıt getirir: 'İmamet Kureyştedir, evet ama yeterli ve yetenekli olanlarda. İşte bunlar da Ümeyyeoğulları'dır.' Bu İbn Haldun'un: 'Arapların asabiyeti (desteği) Kureyşte idi; Kureyş'in asabiyeti Abdumenafoğulları'nda; Abdumenafoğulları'nın asabiyeti de Ümeyyeoğulları'ndaydı.' sözleriyle aynı doğrultudadır. Muaviye-Hz. Ali çatışması, Kureyş'in başında bulunan Muaviye'nin, Arapların büyük çoğunluğunu yanına alan Hz. Ali'ye üstün gelmesiyle sonuçlanmıştır. Eski bir Arap geleneği olan hakem (tahkim) olayı ise Arap kabilelerinin bitmez tükenmez savaşlardan kaçmak için, dini ya da kabile dürtüsüyle neden oldukları bir sonuçtur.
Hz. Ali-Muaviye mücadelesi, başlangıçtaki Osman ve kanının intikamı meselesini çoktan aşmış ve bir anlamda kabilecilik çekişmesi alanına dönüşmüştür. Muaviye, Hz. Ali'nin toplumsal mevkiini ve İslamdaki kıdemini bildiği için meseleyi, kendisi ile Hz. Ali arasındaki rekabetten çok Hz. Ali-Osman tartışması havasına sokma yoluna gitmiş ve başarılı olmuştur. Hz. Ali'ye minberden altmış yıl boyunca 'Lanet Okuma' geleneği de bu politikanın bir ürünü olarak ortaya çıkacaktır.
Haşimoğulları ile Ümeyyeoğulları arasında Hz. Ali ile Muaviye'nin şahsında yeniden baş gösteren bu kabilevî çatışma, Hz. Hüseyin ve Yezid ile devam eder. Adı, künyesi ve görünüşü değişse de bu, kuşaklardan aktarılan bildik Haşimi-Emevî çekişmesidir. Ağabeyi Hasan'ın hilafeti Muaviye'ye bırakmasını hiçbir zaman onaylamayan Hz. Hüseyin, onun sağlığında herhangi bir harekete girişmemişse de Yezid'in hilafetini kabul etmesi kendi açısından hiç mümkün değildir. Çünkü Hz. Hüseyin, bir kere soy olarak bu işe kendilerinin daha layık olduklarını düşünmüş, hakkı olmadığı halde Yezid'in bu göreve gelmesini asla onaylamamıştır.
Buna karşılık Yezid'in de aynı şekilde düşündüğü rahatça görülebilir. Çünkü onun Hz. Hüseyin'in başı önünde okuduğu şiir, adeta Bedir'in öcünün alındığını anlatırken, yine Kerbela'nın nedenlerini açıklarken söylediği sözler de bu kabile çekişmelerini yansıtır. Yezid'e göre de Hz. Hüseyin, 'Benim soyum senin soyundan üstündür ve ben hilafete senden daha layığım' demiş, Yezid ise bunu kabul etmemiştir.
İbn Haldun, Hz. Hüseyin'in bu işe Yezid'den daha layık olduğunu kabul etmekle birlikte, onun kudret ve kuvvet konusunda yanıldığını söylemektedir. Çünkü Hz. Hüseyin, Emevîler'in sahip olduğu asabiyeti (destek ve güç) anlamak konusunda yanılmıştır. Buna karşın Kureyş ve diğerleri Emevîler'in bu gücünü bilmektedirler. Onlar Hz. Muhammed'in kendilerine getirdiği yeni hayatla bir müddet oyalanarak cahiliye dönemindeki asabiyeti ve bundan doğan hal ve hareketlerini unutmuşlar ise de düşmana karşı koymak ve korunmaktan ibaret olan tabii asabiyeti korumuşlar, dini korumak ve düşmanla savaşmak konusunda bu kuvvetten yararlanmışlardır. Bu sayede din sağlamlaşmış ve eski adetler bırakılmıştır. Ancak Hz. Muhammed'le ilgili olan olağanüstü hal ve olayların arkası kesilince, ufak tefek bazı adetler yeniden yaşanmaya başlar. Gitgide asabiyet eski halini alır ve eskiden asabiyet sahibi olanların eline geçer. Çünkü bundan önce de asabiyet gücü onların elindedir. Fakat Hz. Hüseyin bu asabiyeti anlamak konusunda yanılmıştır.
İslamiyet'ten önce sıkı bir rekabet halinde olan bu rakiplerden (Emevi, Haşimi) Haşimîler, Hz. Muhammed'in peygamberliği ile birlikte aslında karşı tarafı ürküten bir üstünlük elde etmişlerdir. Bir daha asla üstünlüğü ele geçiremeyeceklerini düşünen Emeviler'in daha saldırgan bir politika izleyerek bunu değiştirmeye çalışmaları kendi çıkarları açısından doğal ve normal bir reflekstir. Ümeyyeoğulları'nın hem dini, hem siyasi, hem de ekonomik ve sosyal üstünlüğü ele geçiren Hz. Muhammed soyunu daha ilk fırsatta altetme çabaları, kabileler arası bu çatışmanın bir gereği olarak karşımıza çıkar. Bu nedenle Osman'ın bu makama gelmesi, Emeviler açısından büyük bir fırsat olarak görülmüş, onun ölümüyle kaybedileceğinden korkulan bu fırsat, ne pahasına olursa olsun mücadele etmelerine, mücadelenin de temel düşüncesini oluşturmasına neden olmuştur. Nitekim Osman'dan sonra gelen Hz. Ali zamanında da bu mücadelesine devam eden Muaviye, başarıyı elde etmiş ve bunu soyuna devretmek istemiştir. Çünkü onun Osman'ın ölümünü bahane ederek yakaladığı bu fırsat, karşı tarafa tekrar kaptırılamayacak kadar güzel ve çekicidir.
Olay, sadece Hz. Hüseyin'in Emeviler'in sahip olduğu desteği anlayıp anlamamasıyla ilgili olmayıp, kişisel ve kabilesel bir hırsla da açıklanmaya muhtaçtır. Nitekim Hz. Hüseyin'in destek bulma konusunda hiçbir eylemde bulunmadığını biliyoruz. İslamiyet'ten sonra ilk kez Osman'la elde edilen Emeviler'in kabilevî üstünlüğü, Muaviye ile birlikte sağlamlaştırmaya, onun çabasıyla da süreklileştirilmeye çalışılmıştır. Hz. Hüseyin'in buradaki taktiksel yanılgısı, bu kabilevî hırsı anlayamaması olabilir.
Daha Sakife toplantısında kendini gösteren ve halifeyi belirleyen bu kabile anlayışı İbn Abbas'ın ' Eğer Kureyş Allah'ın Peygamberi'ni seçtiği yerden halifesini seçmiş olsaydı en doğru olanı yapmış olurdu.' sözlerine karşılık, Ömer'ın ; 'Kureyş, hilafet ve nübüvvetin sizde toplanmasını istemiyor' sözleri ile kabile anlamında Kureyş'in diğer büyük kolu Haşimoğulları'na bakış açısını gösterir. Haşimoğulları'na kaptırılacak iktidar onun bir daha el değiştirmeyeceği korkusunu gündeme getirmiştir. Bu olay Haşimoğulları'nın hilafet iddialarını gösterirken, Kureyşliler'in de hilafetin Haşimoğulları'na geçtiği takdirde bir daha onlardan çıkmayacağı endişesini, fiilen taşıdıklarını gösterir. Nitekim bu düşünce sonraki sürece de taşınmış, Haşimoğulları bu sisteme yenik düşerek Hz. Ali'den sonra, ancak Abbasilerle iktidara gelebileceklerdir (Devam Edecek).