Kaynaklardan anlaşıldığına göre Muaviye ve babası, İslamiyet'i çıkarları için kabul etmiş kişiler olarak görülür. O ve babası, Mekkelilerin muhalefetinin başkanlığını yapmış kişilerdi ve Müslüman olduklarında, Hz. Muhammed onları kalpleri ısındırılanlar sınıfına sokmuştu. Bu yüzden onlar, İslam bayrağı altında iktidarı ele geçirmeye uğraşan kişiler olarak düşünülmüştür. Hz. Muhammed hayattayken Emevîler davalarını gizlice sürdürdü; çünkü muhaliflerin kafalarında eski alışkanlıkların izleri varlığını koruyordu.
Mekke'nin fethedilmesinden sonra, Ümeyyeoğulları'nın Haşimoğulları'na olan düşmanlığı, Hz. Ali ve yandaşlarına yönelik düşmanlığa dönüşecektir. Çünkü o, Hamza ve Cafer et-Tayyar'ın öldürülmesinden sonra Müslümanların en güçlü dayanağıydı. Muhammed Emîn Galib et-Tevil, İslamiyet'i yayarken Hz. Ali'nin savaşlarda gösterdiği başarı yüzünden, insanların korkudan inançlarını gizlemelerine ve Müslüman görünmelerine yol açtığını söylemektedir. Bunlardan biri olarak gösterdiği Ebu Süfyan ve Muaviye bu yüzden, İslam'a olan eğilimlerini sağlamak amacıyla zekattan pay alıyorlardı.
Emevîler dönemine rastlayan olumsuzluklar ve İslam topluluğuna verilen zararlar da insanların Muaviye ve özellikle Yezid'in Müslümanlığı hakkında şüphe duymalarına neden olmuş görünüyor. Özellikle Yezid'in olumsuz davranışları ile İslam tarihinde aldığı yer, Muaviye'nin buna layık olmadığını bile bile Yezid'i başa getirme çabaları bunu kanıtlar gibidir. Yine Yezid'in Kerbela faciasından sonra Mekke ve Medine'ye yönelik olumsuz davranışları da Yezid hakkındaki bu düşünceyi genel anlamda güçlendirmektedir.
A. Şeriati de bunu ima ederek onların amaçlarına ulaşmak için İslam bayrağı altında savaştıklarını vurgulamaktadır. Bu nedenle dini kendilerine perde yapmış bu insanlarla savaşmanın karşı taraf açısından zor olduğunu ve onları başarısızlığa götürdüğünü söylemektedir.
Muhammed Emin Galib et-Tevil de aslında bunu vurgulamaya çalışarak, Yezid zamanında Ümeyyeoğulları ile Haşimoğulları arasındaki anlaşmazlığı ve Emevîler'in Hz. Ali çocuklarına olan düşmanlıklarını kavmi ve nesebi bir düşmanlık olarak görür. Ne var ki bunun, Hz Muhammed'in ölümü ile dinsel bir kisveye büründüğünü düşünmektedir.
Konuyla ilgili olarak kaynaklarda karşımıza çıkan ve özellikle vurgulanmaya çalışılan, Muaviye ve onun temsil ettiği iktidarın aslında samimi Müslümanlar olmadıklarıdır. Bu düşüncenin oluşmasında Yezid'in etkisi büyüktür. Kerbela olayı büyük ölçüde samimi Müslümanların böyle düşünmesine neden olmuştur. Hz. Hüseyin'in İslami kariyeri, olaydaki masumiyeti bizce bunu güçlendirmiş, Yezid tarafından maruz kaldığı bu büyük ve acı olaylar çoğunluğun Hz. Hüseyin'in yanında yer almasını sağlarken, Yezid'in karalanmasına neden olmuştur. Yine Yezid'in olaydaki tavrı, olayın bu derece büyük bir faciaya dönüşmesindeki rolü, onun bazı değerlere özellikle Hz. Hüseyin'in Peygamber'in torunu olarak İslami kariyerine, pek değer vermediğinin göstergesidir. Bu nedenle Emevîler'in asıl hedefleri olan iktidara ulaşmak için hiçbir şeyden çekinmedikleri de rahatça söylenebilir. Bu amaçlara ulaşmak için dinin perde yapıldığı düşüncesi, neden oldukları sonuçlar açısından, doğal olarak insanların genel düşüncesi olmuştur. Çünkü onlar daha fazla tutunamayacaklarını anladıkları İslam'ın yayılması sürecinde İslam'a girerek aslında samimi olmadıkları bu davranışlarında siyasi amaçlarını gerçekleştirmeyi planlamış görünürler.
Onların inançlarında samimiyetsizlik görülmesinin bir başka nedeni, karşılarında yer aldıkları ve büyük düşmanlık besledikleri Haşimîler'in İslam'a olan bağlılıklarına bakış açısıyla ilgili olmalıdır. Çünkü sürekli olarak Hz. Muhammed'in temsil ettiği Haşimîler'in karşısında ve onun büyük düşmanı olarak yer alan Ebû Süfyan kolu bu düşünceyi kolayca akla getirmiş, Hz. Peygamber ve soyuna kötü davranan bu kabilenin art niyetli olduğunu düşündürmüştür. Sonuçlar açısından bunu düşünmek kolaydır. Örneğin Peygamber'e yakınlığıyla bilinen ve derin İslami bilgiye sahip olan Hz. Ali'ye karşı Muaviye'nin siyasi entrikaları ve onu neredeyse zorla hilafetten uzaklaştırması, Osman'ın kanını bahane etmesine rağmen hilafeti ele geçirdikten sonra bir daha bu konudan herhangi bir şikayetinin bulunmaması, dini açıdan eleştiri kabul etmeyecek Ali'nin yerine hilafete geçmek için ne pahasına olursa olsun iktidarı elde etme çabasında olduğunu gösterir. Yine onun oğlu Yezid'in genel görüşün aksine, daha hilafete geçer geçmez İslam'da derin yaralar açan Kerbela'ya neden oluşu bu düşünceyi beslemiştir. Nitekim Hz. Hüseyin'in Yezid'le kıyas kabul etmeyecek şekilde üstünlüğü ve dini yetki bakımından eleştiri götürmeyecek kariyeri Yezid tarafından maruz kaldığı bu olaydan Yezid'in de asıl amacının her şeye rağmen iktidar olduğunu gösterir. Hz. Muhammed'in soyuna karşı girişilen bu hareketlerde, çok eski düşmanlıklar besleyen bu kabilenin iyi niyetli olduğunu düşünmek doğrusu zordur. Yezid'in bu anlamda bir güvensizliğe neden olması, diğer halifelerin çocuklarından da gördüğü tepki nedeniyle rahatça söylenebilir.
Bunların yanında Hz. Hüseyin'in Kûfe'ye giderken çevresindekilere yaptığı açıklamalardan da kolayca anlaşılabildiği gibi O, Yezid tarafından temsil edilen bu hükümete karşı her şeyden önce İslami kaygılar taşımaktadır. Bu da gösterir ki bugün çoğu çevrelerce düşünüldüğü gibi, o gün Hz. Hüseyin ve onun yanında yer alan Haşimiler de Yezid'in İslamiyet'e samimi duygularla bağlı olmadığını düşünerek hareket etmiştir. Yoksa ölümü göze alacak kadar kararlı olduğunu gördüğümüz Hz. Hüseyin'in ve yakınlarının bu tavrını anlamak kolay olmayacaktır.

Lanetli Kerbela ve Makteller


Kelime anlamıyla maktel herhangi birinin veya birilerinin öldürüldüğü yer anlamına gelir. Dolayısıyla Hz. Hüseyin'in öldürüldüğü yer, yani Kerbela demektir. Bu yüzden zamanla sadece Hz. Hüseyin'in şahadetini anlatmak için yazılan eserlere isim olan bir edebi türün adı olmuştur.
Yüzyıllardan beri, İslam edebiyatında geniş yer tutan, birçok şair ve edip tarafından tekrarlanan sayısız sayıda maktel veya Maktel-i Hüseyinler yazılmıştır. İmam Hüseyin'in şahadeti, İslam edebiyatında ilk kez Arap müverrihleri tarafından hikayeleştirilmiştir. Arap edebiyatında Kerbela vak'asından ilk bahseden kişi, rivayetleri gerek kendisinden sonraki tarihçiler ve gerekse bu faciaya dair eser kaleme almış olan edipler tarafından önemli bir kaynak olarak zikredilen, Ebu Mihnef dir. Bu gün bu ismi taşıyan Arapça maktellerin hemen hepsi rivayetlerinde Ebu Mihnef'e dayanan türlerdir. Makteller çeşitli amaçlarla yazılmış olup, en önemli amacını Hüseyin'in acısını yadetmek oluşturur. Bu sayede kendisi de sevap kazanmış sayılan yazar, başkalarını da bu acıya ortak etme amacını taşımaktadır.
Arapça Makteller bazen, o günkü hükümet aleyhine Şiîleri isyana teşvik etmek amacıyla yazılmıştır ki Radieddin Tausi'nin, Kerbela faciasını bir şeref addeden ve bir gözyaşı kitabı görülmeyen eseri, buna örnek verilebilir. İran edebiyatında bolca örneği görülen maktellerde, Hz. Peygamber ve hanedanı kadar hiçbir Peygamber ve hanedanının incinmediğine, cefa görmediğine işaret edilir. Bunlardan biri olarak Kerbela şehitleri vak'ası, 'Hiçbir göz böyle bir musibeti dünyada görmemiş ve hiçbir kulak böyle bir belayı hiçbir dilden işitmemiştir' şeklinde tarif edilir. Bir beyitte, 'suda balık havada kuş bile Kerbela matemine ağlar' denmektedir. Maktellerde Hz. Hüseyin için ağlamanın gerekliliği ve yararları sıralanır. Hz. Hüseyin'e ağlamak, hatta ağlar görünmek, cennete gitmeye bir sebep teşkil eder. Şiîlerde var olan bu inanca göre maktellerin yazılma amacı, insanları bu olay için ağlatarak sevap kazanmaktır.
A. Karahan, Türkçe maktellerin hemen hepsinin tamamıyla birer 'ızdırap' kitabı olduğunu söylemektedir. Bu nedenle hemen her maktelin, bir tarih kitabı değil, Kerbela şehitlerine duyulan acı ve Emevî hükümdar ve komutanlarına düşmanlık mecmuası olduğunu bildirir. Bunlarda tarihi olaylar hemen hemen tamamıyla efsanevî motiflerle işlenmiştir. Hatta öyle ki tarihle efsaneyi birbirinden ayırmak için sıkı bir belgeye dayalı tahlil yöntemi, başka bir ifadeyle içerik analizi yöntemi kullanmak gerekir.
Türkçe makteller, halka hitap etmek, özellikle gece toplantılarında, yukarıda bahsettiğimiz Muharrem ayinlerinde okunmak amacıyla kaleme alındıklarından, üslup ve ifade tarzları daima daha sade ve daha anlaşılır olmuştur. Karahan, bu nevi kitapların, yazarları farkında olsun olmasın birer propaganda eseri olduklarını, özellikle Şiî düşüncesinin Anadolu'da daha kolay yerleşmesi ve yayılmasında büyük rolü bulunduğunu ifade etmektedir ki, hiç de yanlış bir saptama olmasa gerek. Özellikle tarikat mensupları tarafından kaleme alınan bu eserler, sayfalarında Ehl-i Beyt'e muhabbeti taşır ve onların acısına ağlamanın ne büyük sevap olduğunu anlatır. Bu nedenle özellikle Türkler arasında büyük ilgi gördüğü kolayca söylenebilir. Kahramanlık hislerine çok bağlı olan Türkler için hemen her maktel bir destan sayılabilir (Devam Edecek).