İslam ve Alevi-Bektaşi tarihinde, birçok Menkıbeyle de süslenmiş olan Kerbela olayı; Hz. Muhammed'in torunu, Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hüseyin'in, onaylamadığını bildiğimiz Emevî iktidarına karsı giriştiği siyasal ve fikri harekette, Emevî güçlerince, yanındaki yetmiş iki kişiyle birlikte katledilmesini resmeder. Burada 'Katl' kelimesi asıl hayat bulduğu inanan halk katmanında yüzyıllardır dillendirilen bir gerçeği yansıtır ki yetmiş iki kişiye karşılık genel görüsün ifadesine göre beş bin kişinin savaşması, bu hareketin bir savaş değil adeta 'Soykırım' ve 'Katliam' olduğu sonucunu doğuracaktır. Güçler arasındaki dengesizliğin yanında olay, duygusal ve dramatik pek çok öğeyi de bağrında taşır.
Hz. Hüseyin'in Hz.Muhammed'in torunu olusu, olayın; dinî açıdan da daha duygusal bir çehreyle algılanmasına ve farklı biçimlerde ortaya konulmasına, pek çok mezhebin, inanısın dogmasının yanında bu olay ile şekillenen yeni inanışların ortaya çıkmasındaki faktörlerin basına ve mezhepsel ayrımların merkezinde algılanmasına da yol açmıştır.
Hz. Muhammed'in ölümünden çok da uzun bir süre geçmeden meydana gelmiş olan bu olay, İslam'ın ve devletleşme sürecindeki İslam organizasyonunun derin yaralar almasına, bölünmesine ve farklı mezheplerin oluşmasına sebep olmuştur. Olay yeni bir siyasal, sosyal, teolojik vb. mesele olmayıp arka planı uzunca bir tartışmanın, kişisel hırslar ile İslam devletini yorumlamada ve dünya üzenindeki bu devletin yeri ile ilgili ezberlerin farklılıkları ile oluştuğu ve olgunlaştığı söylenebilir.
Daha Hz. Muhammed'in 'Veda Haccı'ndan kısa bir süre sonra İslam'ın kendi topraklarında bir takım uyuşmazlık ve ihtilaf unsurları görülür. Çekişme ve buhrana neden olan uyuşmazlıklar, öncelikle istek ve menfaatleri çatışan ashabı arasındadır.
Bu tezi doğrulayan ilk örnek, Hz. Muhammed'in ölümünün hemen ardından bas gösteren hilafet tartışmaları ve kavgalarıdır ki, bu sorun, Ebû Bekir'in halifelik makamına getirilmesiyle çözülemeden sonuçlanır. Ancak, bununla birlikte, siyasî bir makam olarak ortaya çıkan halifelik kurumunun, sorunların ve tartışmaların kilit noktası olarak, olayların etrafında cereyan ettiği diğer meselelerin üzerinde, ilk kez gün yüzüne çıkması çok önemli bir kırılma noktasını oluşturur. Bu başlangıç ve kırılma noktası o denli önemli bir hale gelecektir ki, Hz. Muhammed'in ölümüyle ortaya çıkan hemen hemen bütün çatışma ve ayrılıklar bu hareket noktasıyla başlayacaktır. Örneğin daha ilk halifenin seçimi meselesi, birçok problemi de beraberinde getirmiş, Ebubekir'in halifeliği, Hz. Ali ve onu destekleyenlerce uzun süre onaylanmamıştır.
Ebû Bekir'in ölümüyle, her konuda yardımcısı durumunda olan Ömer, ciddi bir muhalefetle karşılaşmaksızın onun yerine geçer. Bu olay da tartışılsa da çok fazla soruna yol açmaz. Çünkü selefi, ölmeden önce hilafet makamı için onun adını vermiştir. Böylece muhalefet, çok fazla sesini çıkaramadan engellenmiş olmaktadır. Her şeye rağmen büyük kitlesel tepkiler olmasa da Ömer'in hilafeti zamanında bazı anlaşmazlıkların ve kırgınlıkların yaşandığı söylenebilir.
Ömer'in, ölümünden sonra (M. 664) vasiyeti gereği, altı kişinin yer alacağı bir şuranın oluşturularak, seçimle yeni halifeyi belirleyecek olması, bir ölçüde de olsa tartışmaları engeller. Sura, iki güçlü rakip olan Osman ve Hz. Ali arasında bir seçim
yapar, bu tercih Osman'ın seçimiyle sonuçlanır. Anlaşıldığı kadarıyla bu seçim şaşkınlık yaratmıştır, zira Osman, Arapların gözünde korkunç bir kusur olan otoritesizliği ve çekingenliği ile tanınmaktadır. Kaynaklara bakılırsa, onun seçilmesinin en önemli nedeni; yaşça büyük olmasının yanı sıra Ömer'in siyasetini devam ettireceği görüsü ile Hz. Ali'ye çogu kesimin pek tekin bir gözle bakmamış olmasındandır. Bunun yanında, Osman, muhacirleri temsil eden her iki selefine karşın Emevî aristokrasisini temsil etmektedir, ancak, onun soyunun nüfuzuna kendisini tamamen kaptırması, bu yüzden idaresi yönündeki ümitleri de boşa çıkaracaktır.
Osman'ın halife olması, yeni dinin çıkarlarını süratle kabul etmiş olan Mekke'nin eski oligarsik sınıfının bir başarısı olarak görülür. Bu sınıf, Medine'de o zamana dek hakim olan kabilelerden nefret etmektedir. Ebubekir ve Ömer'in yüksek mevkileri vermek suretiyle Mekkelileri kazanma gayretlerine rağmen onlar, memnun olmamışlar ve hakkın kendilerine geçeceğini umarak, üstünlüğü yeniden sağlamaya çalışmışlardır. Arap geleneklerine göre, Osman, Mekke'nin ileri gelen ailelerinden Ümeyye ailesine mensup olup, aday olabilecek itibara sahiptir. Osman'ın seçilmesi, Emevîlerin zaferi ve onlar için bir fırsat olacaktır. Böyle de olmuş ve bu fırsat değerlendirilmiştir. Osman, kısa süre sonra İslam devletinin yüksek mevkilerini elde etmeye çalışan ailesinin ileri gelenlerinin etkisi altına girer ve birbiri ardından devletin yüksek memuriyetleri bu aile üyelerine verilir.
Osman'ın halife seçilmesiyle sonuçlanan bu şûranın tarafsızlığı hala tartışılmaktadır. Ayrıca bu seçime gölge düşüren en önemli unsurlar ise; katılanların birbiriyle olan akrabalık ilişkileri, bu şûrada ortaya çıkan 'Kabilecilik' düşüncesi ile birlikte, hırs ve isteğin hakim olmasıdır. Ayrıca bu sura ve seçimin sonuçları; bir Arap iç siyaset çekişmesinin yansımaları olarak da değerlendirilebilir. Çıkarların ön plana alınarak tartışmaların ve çatışmaların artmasına neden olan bu dönem, Arap kabilecilik anlayışının yeniden canlılık kazandığı bir süreci başlatmıştır.
Osman'ın yaklaşık iki bin beş yüz kişi tarafından etrafı sarılarak öldürülmesi, ona karsı genel memnuniyetsizliğin ne kadar yaygın olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Bu olayda muhalifler arasında yer alması nedeniyle, Hz. Ali'nin bazı zümrelerce suçlu olarak gösterilmesine neden olsa da, muhaliflerin çeşitli çevrelerden ve çok sayıda olmaları, bu kötü olayın, Osman'ın Emevî soyunun etkisi altında uyguladığı politikanın bir sonucu olduğunu göstermektedir.
Her ne kadar Osman'a karsı silahlı saldırı Mısır'dan gelmişse de, muhalefetin asıl merkezi Medine'dir. Osman'a karsı etkin muhalefet ve faaliyette bulunanlar arasında; iki Mekkeli, Talha ve Zübeyr'in yanında, Osman tarafından Mısır valiliğinden alındığı için kızgın olan Amr ve Ayşe bulunmaktadır. Bu isimler muhalefetin çekirdeği durumundadırlar. Hz. Ali'nin bu ise karışıp karışmadığı açık olmamakla ve cinayetle doğrudan bir alakası olduğu düşünülmemekle birlikte, Osman'ın şahadetine engel olamayışı ve ağırlığını hissettirememesi, onun düşmanlarının eline çok etkili bir silah verecektir. Bu olay; İslam tarihinde önemli bir kırılma noktası olacaktır. Çünkü bu süreç, İslam'da birliğin itibarını zayıflatmış, bundan sonra hükümet ile kabileler arasındaki bağlar zayıflamış, ilişkiler yalnız siyasi ve iktisadi olup her iki ilişki de bir birlik oluşturmada fazla fayda sağlamamıştır.
Osman'ın öldürülmesi üzerine Hz. Ali, 24 Haziran 656'da Medine'de dördüncü halife olarak işbasına getirilir. Gerçekten de bütün İslam Dünyası, Sam hariç, kendisinin halifeliğini tanımıştır. Yeni halife, Hz. Muhammed'in amcaoğlu, kızı Hz. Fatıma'nın esi, hayatta bulunan iki erkek torunu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in babası ve yeryüzünde onun peygamberliğine inanan ilk insanlardan biridir. Bunun yanında herkesin takdir ettiği çok iyi kişisel özelliklere de sahiptir (Devam Edecek).