Anadolu Üniversitesi 1958 yılında 'Eskişehir Yüksek İktisat Ticaret Okulu' olarak kuruldu. 1959 yılında 'Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi' haline getirildi.

BÜYÜKERŞEN YAPTI
İlk Akademi Başkanı 'Prof. Dr. Orhan Oğuz'du. Ondan sonra Prof. Dr. 'Merhum Kemal Tuncatay' Akademi Başkanı oldu. Daha sonra 'sırasıyla Prof. Dr. Merhum İlhan Cemalciler, Prof Dr. Merhum Halil Dirimtekin' Akademi Başkanlığı yaptı. Bu iki isimden sonra 'Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen Akademi Başkanı' oldu. 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra YÖK Kuruldu. 1982 yılında 'Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi Anadolu Üniversitesine' dönüştürüldü. Üniversitenin Kurucu Rektörü de Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen oldu. Akademi dönemindeki başkanları da üniversitenin eski rektörleridir. Yılmaz Hoca Güzel Sanatlar Fakültesi'nde kurduğu atölyede 'akşamları ve Pazar günleri çalışarak, kendisinden önceki tüm rektörlerin heykellerini' yaptı. Akademi döneminden bugüne kadar rektör olanların heykelleri 'Rektörlük binası girişinin iki yan duvarlarında dörder adet bulunan kolanlara' monte edilecekti.

SAYGISIZLIK VE VEFASIZLIK
Yılmaz Büyükerşen Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra onun yaptığı eski rektörlerin heykelleri 'önce bodruma' konuldu. Daha sonraki yıllarda dönemin Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı bu heykelleri 'eserlerinizi alın' diye Yılmaz Hoca'ya gönderdi. Dönemin Fakülte yönetimi tarafından yapılan bu tavır sadece Yılmaz Büyükerşen'e değil, 'üniversitenin kuruluşunda büyük emekleri olan Akademi Başkanlarına da büyük saygısızlık ve vefasızlıktı.' Anadolu Üniversitesi Rektörlük binasının girişinin yan duvarlarındaki kolanlarında sergilenmesi için yapılan heykeller yıllardır Büyükşehir Belediyesi'nin deposunda bulunuyor. Büyükerşen kendi döneminden önceki bilinen tüm belediye başkanlarının büstlerini yaparak Anıt Park'a monte etti. Merhum Aydın Arat'ın büstünü de adını taşıyan parka koydu. Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi Kurucusu ve eski Milli Eğitim Bakanı Orhan Oğuz'unda büstünü ve balmumu haykelini yaptı. Eskişehir'de iz bırakan Valiler Ali Fuat Güven ve Sami Sönmez'in de balmumu heykellerini yaptı.

ALIRIZ DEMİŞTİ
Büyükerşen kendisinden önceki dönemlerde 'şehre hizmetleri olanlara hep vefa' gösterdi. Onların 'unutulmaması için' heykellerini yaptı. Ama 'yaptığı bu kadirşinastlığa rağmen' kurucu Rektörü olduğu Anadolu Üniversitesi başta olmak üzere geçmişten günümüze hep vefasızlık gördü. 30 Temmuz'da Görünümde Kaleme aldığım 'Bu Heykeller Üniversitede Olmalı' başlıklı yazımda Anadolu Üniversitesi Rektörü Şafak Ertan Çomaklı'ya seslenerek; 'Büyükşehir Belediyesi deposunda yer alan heykelleri alarak kampusün değişik alanlarında sergileyin' demiştim. 6 Ağustos 2019'da konuştuğum Çomaklı bu yazımı okuduğunu belirterek; 'Geçmişte üniversiteye hizmetleri olanları asla unutmayacağız. Onlara hak ettikleri değeri her zaman vereceğiz. Yılmaz Hoca'nın yaptığı heykelleri tabi ki alırız. Ancak şu anda üniversitenin güvenlik sistemiyle uğraşıyoruz. Bu işleri tamamladıktan sonra eski rektörlerimizin heykellerinin kampüste yer almaları konusunda çalışma yaparız' demişti. Güvenlik sistemi çalışmaları tamamlandı.
Aradan 6 ay geçmesine rağmen bu heykeller hala alınmadı.

MAHMUT HOCA MİZANSELİ
Şafak Ertan Çomaklı, bir grup akademisyen ve öğrenci ile Prof. Dr. Orhan Oğuz'u Kadıköy'deki evinde ziyaret etmiş. 'Kıraç topraklarda yeşerttiğiniz nesiller seni unutmadı', 'Hocam öğrencileriniz geldi', 'Hocam sizi unutmadık, minnettarız' yazılı pankartlar açarak, 'Hababam Sınıfındaki Mahmut Hoca mizanseli de' yaptırmış. Keşke bu ziyaretten önce Orhan Hoca'nın 'heykelini kampüse diktirseydi, daha vefalı' olurdu.
Çomaklı, üniversitenin kuruluşundaki Akademi Başkanları Orhan Oğuz, merhum Kemal Tuncatay, merhum İlhan Cemalciler, merhum Halil Dirimtekin ve Yılmaz Büyükerşen'e 'daha önce yapılan vefasızlık ve saygısızlığa' son vermeli. Üniversite için kentimize gelen gençlerin Eskişehir'in bu önemli değerlerini tanımalarını sağlamalıdır. Bu heykeller belediye deposunda değil, üniversitede olmalı...
---------------------------------------------------------------
NE DAĞI DELEBİLDİ NE DE ŞİRİN'E KAVUŞABİLDİ

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde AK Parti'den İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olan Nihat Zeybekçi; 'Ben Ferhat İzmir Şirin' demişti. Zeybekçi; 'Ferhat dağları dele dele geliyor ya Türkiye'nin mega projeleriyle. Şirin ne halde biliyor musunuz? Çok affedersiniz, Şirin foseptik ile uğraşıyor' diye ekleme yapmıştı. Ferhat, Persler döneminde yaşayan bir nakkaştır. Süsleme sanatı ile ilgilenmektedir. Mimari süslemeler yapmaktadır. Sultan Mehmene Banu'nun kız kardeşi Şirin için sarayın süslemelerini yaparken, onu görür ve aşık olur. Ferhat, aşkında yanar, tutuşur. Gözüne uyku girmez. Yemekten, içmekten kesilir. İş yapamaz hale gelir. En sonunda Ferhat, Sultan'dan Şirin'i istemeye karar verir. Sultanın karşısına çıkar ve durumu açıklar. Sultan bu işe razı gelmez. Belli de etmez. İşi yokuşa sürmeye çalışır. Ferhat'a Elma Dağı'nı delip şehre su getirmesini söyler. Ferhat, aşkla bu teklifi kabul eder. Kazma, kürek dağlara girişir, kazmaya başlar. Kazdıkça kazar. Sultan, dadısıyla Ferhat'a haber gönderir. Şirin'in öldüğünü duyurur. Bunu duyan Ferhat, fenalık geçirir, Elindeki kazmayı havaya savurur. Kazma, Ferhat'ın başına düşer ve Ferhat oracıkta ölür. Kayaların dibinde, delmekte olduğu dağın eteklerindedir. Şirin bunu duyar. Hemen dağın eteklerine, kayalıkların olduğu yere gelir. Kahrından bizar olur. Kayalıklardan yuvarlanır. Şirin oracıkta ölür. Bu iki kavuşamayan aşık, aşkları uğruna dağı delmeye çalışıp su aradıkları yerde birlikte ölürler. Her ikisini de oraya gömerler. Yani hikayeye göre Ferhat ne dağı delebilmiş, ne de Şirin'ine kavuşmuştur. Aşkına kavuşamadan ölmüştür. Aslında Zeybekçi bu hikayeyi hiç okumamış. 'Hikayeler mutlu sonla biter' diye düşünmüş. Kendisini Ferhat'a benzetip, dağları dele dele Şirin'ine yani İzmir'e kavuşacağını zannetmişti. Ancak hikayede olduğu gibi Ferhat gibi hüsrana uğradı. Öykülerde Aslı ve Kerem'de, Leyla ile Mecnun'da, Tahir ile Zühre'de birbirlerine kavuşamadı. Hikayelerin aksine; eskiden Yeşilçam filmleri hep mutlu sonla biterdi. Demek ki gerçek ve yürekten yaşanan aşk öyküleri hep mutsuz bitermiş. Bir insanı uzaktan seversin ya./ Onun haberi bile olmadan./ Onunla ilgili ondan habersiz hayal kurarsın./ Ret edilmek tehlikesi de yoktur./ Hayallerinle yaşar, hayallerinle mutlu olursun./ Olsun o uzakta olsun. Benim için önemi yok. / Hayallerimde yaşatıyorum dersin ya./ Bir süre sonra hayaller yetmez sana./ O'nun uzakta olması artık mutluluk değil, acı vermeye başlar,/ Çok susarsan buz gibi akan akarsuya gidip, kana kana su içmek istersin. /Ama içemezsin, küçük bir kaptan su içmek zorundasın./ Uzaktan sevmenin bedeli budur./ Hayallerindeki aşkın yok olmaması için acı çekmelisin... Bir yıl önce kaleme aldığım bu şiirde olduğu gibi sevdiğini onun bile haberi olmadan uzaktan sevmek daha az acıtıcı. Çünkü 'duygularını kendi elinde verdiğin insanın suskunluğu bile daha çok acıtıcı' olabilir. Ama yine de 'bunu tercih etmenin daha delikanlıca' olduğunu düşünüyorum...
-------------------------------------------------
CUMARTESİ HİKAYESİ
SETENAY GUAŞE'NİN ÇİÇEĞİ

Uzun yıllar önce, Setenay Guaşe, Kuban ırmağının kıyısında yürürken büyük bir çalılık görmüş. Tıkız çalılık, adeta ufak bir koru gibi ırmağın kıyısını örtmekteymiş. Çalılığın içine doğru yürüyünce bir açıklığa varmış. Ama orada ne görmüş? Büyüleyici derecede güzel bir kokusu olan renkli, göz alan çiçeklerin çalının içinde açtığını görmüş. 'Şu çiçekten bir tane koparıp evimin önüne dikeyim, bahçeme güzel kokular versin' diye düşünmüş, ve dikenlerine aldırış etmeden çalıdan bir fidanı kesmiş. Eve döner dönmez bahçesinin toprağında çukur açıp çiçek fidanını içine yerleştirmiş. Ertesi sabah umutla kapısını açıp bahçesine göz atan Setenay Guaşe, ne yazık ki çiçeğinin solup öldüğünü görmüş. Çok üzülmüş ama bir kez daha denemeye karar vermiş. 'Belki de benim kopardığım çürük bir fidandı, daha dikkatli seçeyim' diye düşünmüş. Irmağın kıyısına inen Setenay Guaşe, ikinci bir çiçek fidanını dikkatle seçmiş, bahçesine getirip toprağa ekmiş. Bu ikinci fidan da tutmamış, yaprakları solup kurumuş. Setenay Guaşe, solmuş çiçeğin yanına oturup hayıflanmış: 'Ah, koparmayacaktım bu çiçeği, yerinde bırakacaktım, demek ki bu toprağa uygun değilmiş' diye söylenmiş. Oradan geçmekte olan Nart yiğitlerinden biri, Setenay'ın üzüldüğünü görünce ona yardımcı olmaya karar vermiş. Gidip kendisi üçüncü bir fidanı kesip getirmiş ve toprağa ekmiş. Setenay Guaşe Nart yiğidine teşekkürler etmiş ve bu üçüncü fidanın tutmasını ümitle beklemiş. Ancak ertesi gün, heyhat, bu fidan da solmuş, kupkuru ve cansız yerde yatıyormuş. Setenay Guaşe pişmanlıkla, 'Yeter, artık o çiçeklerden buraya getirmeyeceğim. Bu çiçekler ırmağın kıyısında yaşam bulmuş, kendi toprağının dışında yeşermiyormuş. Koparmayıp dalında bıraksaydım.' diye söylenmiş. Tam o sırada kara yağmur bulutları tepede toplanmış, ve bardaktan boşanırcasına yağmaya başlamış.
Ertesi gün bahçesine çıkan Setenay Guaşe hayretler içinde çiçeğinin açtığını görmüş. 'Yağmur suyu çiçeğime hayat verdi.' sonucuna varmış. Böylelikle ilk insanlar suyun doğaya hayat verdiğini anlamışlar. Nartlar 'Su hayatın ruhu gibidir' diye özlü söz söylemişler. Bu hikayedeki çiçek 'gül'dür. Zaten Çerkes dilinde güle 'setenay' denir.
----------------------------------------------------------
FIKRA
TÜM ERKEKLER ALKIŞLAR

10 erkek 1 kadın toplam 11 kişi helikopterden sarkan halata asılıdırlar. Halat herkesi taşıyacak kadar güçte olmadığı için içlerinden birinin halatı bırakması gerektiğine karar verirler. Yoksa hep beraber düşeceklerdir. Bu kişinin kim olacağına karar veremezler ama o anda kadın çok etkileyici bir konuşma yapar. Tamamen gönüllü olarak ipi bırakabileceğini söyler, çünkü bir kadın olarak, kocası, çocukları için ve aslında erkekler için her şeyi karşılıksızca bırakmaya alışık olduğunu söyler. Hikayesini bitirir bitirmez, tüm erkekler onu alkışlamaya başlar