Niyetimiz, Palamutbükü'nden ayrıldıktan sonra, haritada yeri olmayan, pek az kişinin bildiği, dağların arasındaki Kızılbük'e gitmek.
Daha önce yazmıştım yolumuzun üzerindeki Akbük'ü ve Kurubük'ü. Ve Kurubük'ün başına gelenleri… Kurubük'ün geçen yıllarda imara açılmaya, plajının işletmelere kiralanmaya çalışıldığını, halkın 'sevgi zinciri' adını verdiği direnişiyle kurtarıldığını yazmıştım…
Ama burayı ele geçirmek isteyenlerin attıkları bu geri adım ne kadar sürer?
Yani kapitalizmin, para hırsının yok etmeyeceği bir şey yoktur. Bu koylar şimdilik halka açık ama…
Ama yakında, her şeye rağmen, halkın direnmesine rağmen ele geçirilecektir. Tıpkı Karaincir gibi, tıpkı Kargı Koyu gibi, tıpkı Kumluk ve Taşlık plajları gibi…
Ve daha pek çok yer gibi.
Onun için elinizde fırsat varsa, yolunuz o tarafa düşerse, özellikle hiçbir tesisin, işletmenin olmadığı, hala doğal kalabilen bu plajlara bir an önce gidin.
Bizim bu plajlara gitmemiz de bir tür protesto.
Sahillerin işletmelere kiraya verilerek birer birer, parsel parsel halkın elinden alınmasını protesto…
Onun için koy koy geziyoruz, Bukowski'ninkine benzeyen külüstür arabamızla.
Bizi dördüncü kez Datça'ya götüren bu arabayı da bir türlü değiştiremedik, yolda bırakmayacak, biraz daha iyi bir şeyle…

***

Kızılbük'e geçen yıllarda da gitmiştik. O zaman Datça tarafından gitmiştik.
Şimdi ters yönden, Palamutbükü tarafından gittik.
Palamutbükü'nden çıkınca, Akbük'ü ve Kurubük'ü de gördükten sonra sahil yolundan devam edip Ovabükü'ne gittik önce.
Yol biraz sahilden uzaklaşıyor Ovabükü'ne giderken.
Ama endişelenecek bir şey yok.
Karşımıza çıkan ilk kavşaktan sağa dönünce yol bizi doğruca Ovabükü'ne götürdü.
Ovabükü de güzel bir plaj, burada da bir iki saat denize girebilirdik aslında.
Ama bir an önce Kızılbük'e gitmek istiyorduk.
Sahilin kenarındaki marketlerden içecek bir şeyler alıp devam ettik.
Beş yüz metre sonra yol sahilden uzaklaşarak sola dönüyor ve doğruca Hayıtbükü'ne gidiyor.
Kızılbük'e varabilmek için Hayıtbükü'nden geçmemiz gerekiyor.
Zaten Kızılbük ormanlık alanda, oraya gizlenmiş gibi duran bir koy.
Haritada Kızılbük'ü…
Ne de Kurubük'ü ve Akbük'ü aramayın boşuna, göremezsiniz demiş miydim?
Haritada; Palamutbükü, Ovabükü, Hayıtbükü yer alıyor sadece…
Bu benim size anlattığım plajlar haritada yok. Çok büyük ölçekli, ayrıntılı bir haritada belki…

***

Hayıtbükü, sahile dayanmış restoranlarıyla, alışveriş yerleriyle ve şezlonglarının baş kısmı neredeyse yola taşan işletmeleriyle tıklım tıklım, üst üste…
Tam bir keşmekeş halde…
Sahil yolundan arabanızla ilerlerken durup şezlongdaki insanlarla rahatlıkla konuşabilirsiniz.
Arabanın penceresinden elinizi uzatıp işletmelerin dip dibe konmuş hasır şemsiyelerine dokunabilirsiniz.

***

Hayıtbükü'nün o karmaşasından çıkınca dik bir rampadan yukarı tırmandık.
Sonra, orada kurulan işletmeler için özel olarak açılmış olduğu anlaşılan keçi yoluna benzer taşlı bir yoldan ilerledik.
Karşımızdan araba gelmese bari diye, bu dar yoldan bir kilometre kadar ilerledikten sonra sağa dönüp inişe geçtik.
Ormandan geriye kalan yüksek ağaçların arasından, Kızılbük'ün dağların arasındaki sahiline iniyor yol.
Öyle zannediyorduk ama öyle değilmiş!
Tepeden, ağaçların arasından aşağı inince bizim arabanın önüne bir kadın çıktı.
'Nereye gidiyorsunuz?' dedi.
'Sahile!'
'Sahile buradan gidemezsiniz, bura bizim tesisimize ait!'
'Arabamızı buraya bırakıp ağaçların arasından sahile insek?'
'Arabanızı buraya park etmek için elli lira park ücreti ödemeniz gerekiyor. Bura işletmemize ait.'
'Bu ağaçlar size mi ait?'
'Ağaçlar bize ait değil ama bu alan bize ait.'
Anlaşılan, ağaçlar yağmalanan ormandan kaldığı için onlara ait değil ama ağaçların altı, ağaçların gölgesi onlara ait.
Karl Marks,
'Kapitalizm gölgesini satamadığı ağacı keser' mi demişti?
Bunun tersini de söyleyebiliriz.
Kapitalizm halkın direnişiyle karşılaşıp ağaçları kesemezse yerine bina dikmek için, ağaçların gölgesini satar kendisine direnen halka.