Aklımın erdiği ilk günden bu tarafa, önce annemin sonra da diğerlerinin hep 'girme' dedikleri ormanın içinden çıkıp geliverdiler bir gün…
Çıplak mıydım, değilsem de muhtemelen karnım açtı ve annemin üzerini toz şekerle bezediği yoğurt sürülü ekmeğimi kemirerek oyun oynamaya gidiyordum…
Bir kum fırtınası gibi değil belki,
Ama boşluğun çizdiği ufkun çizgisinde, önce küçük birer karınca gibi, sonra arkası bitmeyen bir kalabalıkla çıkıp geldiler…
Bize öğretilmemişti, böyle bir durumda ne yapacağımız…
Koca dilim ekmeğin ağzımda öylece kaldığını,
Toz şekerin dudaklarımı gıdıklayıp, ağız damağımdan boğazıma yakarak indiğini hatırlıyorum…
Birlikte oyun oynamaya niyetlendiğim diğer çocuklar, sırtları ufka dönük, güneşin battığı yöne doğru çevirmişlerdi yüzlerini…
Algıları yetersiz, sesleri batan güneşe doğru genişliyor ve bitiyordu…
Ve karanlık,
Ormanın içinden çıkıp hayatlarımızın içine giriyordu…
öööööö öööööö
Siyah pelerinlerini evlerimizin üzerine serdiklerinde, kim olduğunu bilmediğimiz büyücüler, nefesleriyle evlerimizi ve bizleri efsunlayıp, aynı geldikleri kadar hızlı, diğer evlere doğru ilerlediler…
Oyunlar oynadığımız büyük arsanın çevresinde beyaz çiçekler vardı, umursamaz çiğneyişlerimizden geri kalan…
Yeşil çimenler, kediayakları, yer yer kırmızı gelincikler…
Küçük beyiz yapraklı papatyalar, renk renk çiçekler…
Hepsi küle döndü şimdi…
Gelenlerin atlarının ayak izlerinde ve çevrelerinde hiçbir şey kalmadı…
Çürümüş, yanıp kül olmuş, büyük bir salgın hastalıkla yok olmuş renk tarlaları…
Kopan ve rüzgarda savrulan o çürümüş ve yanmış yapraklardan kalanlar yüzlerimize yapıştı…
Her birimiz,
Büyük bir hızla gelip üzerimizden aşan atların toynaklarından kendimizi kurtardığımız için dua etmeye hazırken, onlardan bize kalan şeylerin acı ve yokluktan başka bir şey olmadığını anlayıp, vazgeçtik…
Hayatımızın bundan sonrasının, sağ kalmakla kendimizi teselli edemeyeceğimiz kadar zor ve acılı olacağını, sanki bilinmez bir ses bize fısıldamış ve şöyle bir tembihte bulunmuştu…
'Onların geldiği ormana geri dönün…
Orada, sizi bekleyen gücü arayıp bulun…'
öööööö öööööö
Bu, mistik bir betimleme biliyorum…
Ne söylemek istediğimi, neyi tarif etmeye çalıştığımı anlatmaya çalışmayacağım size…
İkindinin akşama döndüğü bir gün batımında…
Ya da…
Gecenin en karanlık anının şafak sökümüne döndüğünde…
Neyin karşınıza çıkacağını,
Neyin üzerinize gelip üzerinizden geçeceğini asla bilemezsiniz…
Oysa insanlık,
Bilmem kaç bin, bilmem kaç yüz bin, belki de bilmem kaç milyon yıldır bunları yaşıyor ve hala ayakta…
Doğal felaketler, afetler, savaşlar, depremler, salgınlar…
Hiçbiri ama hiçbiri;
İnsanlığın kökünü kurutamadı…
Belki bir gün başka bir şey…
Hepsinden daha güçlü, hepsinden daha acımasız…
Ama inanın, koronavirüs denen bu musibet, o değil…
öööööö öööööö
Konuşan ağaçlar ülkesinde, bu savaş hiç bitmeyecek…
Ve bu ülke,
Ki o, bütün bir insanlık ülkesidir;
Asla pes etmeyecek…