Nisan ayı gelince benim aklıma hemen 'Köy Enstitüleri' gelir ve nisan ayı boyunca Kesit köşesi bu konuya özgülenir.
Çünkü son otuz yıldan beri, Eskişehir'de yapılan Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümünü anma etkinliklerinde birinci derece sorumluluklar yüklendim. Bu otuz yıl içinde, Köy Enstitüleri konusunun uzmanı olan ve Eskişehir'deki etkinliklerde sunum yapan yüzlerce bilim insanı, aydın, eğitimci ve sanatçıyla yakın görüşmeler yapma fırsatım oldu. Bu arada, ülkemizde Köy Enstitüleri konusunda yazılmış kaynakların hemen hepsini okudum ve akıl süzgecimden geçirdim.
Ayrıca, yirmi beş yıldır Kesit köşemizde yazdığım iki bin beş yüz civarındaki köşe yazısının en az üçte biri de Köy Enstitüleriyle ilgili oldu.
Tüm bunlara dayanarak diyorum ki: 'Aydınlık bir Türkiye gelir aklıma,/ Kalkınmış bir Türkiye gelir,/ Köy Enstitüleri denince…' (Özbek İncebayraktar)
Bu nedenledir ki son yıllarda ülkemin üzerine çöken karanlık, tüm duyarlı yurttaşlar gibi benim de yüreğimi dağlıyor. Üstelik bu sinsi karanlığın kapkara ortamında ayrımcı tutumlarla yüklü biçimde sürdürülen kısır tartışmalar, midemi ve aklımı bulandırıyor. Ben böyle durumlarda kısır tartışma içine balıklama dalmak yerine, yapabildiğimce bilim ve demokrasinin güvenli limanlarına sığınmaya çalışırım.
Köy Enstitülerinin 81. Kuruluş Yıldönümünü yaşadığımız şu günlerde, konuyla ilgili yanlış algıların ve saplantıların tuzaklarına düşmeden, bilinçlerimizi birlikte tazelemeye çalışalım.
KÖY NSTİTÜLERİ AYDINLANMA DÜŞÜNCESİNİN ÜRÜNÜDÜR
'Aydınlanma' düşüncesinin 'Batı toplumunda 17. ve 18. yüzyıllarda, değişmez olarak kabul edilen dinsel ve geleneksel varsayımlara/ ön yargılara karşı, akılcı düşünceyi özgürleştirmeyi ve geliştirmeyi amaçlayan düşünsel gelişim' olduğunu biliyoruz.
Avrupa'da gelişen Aydınlanma Çağı, kuralcı kilise sistemine karşı akıl ve bilimi öne çıkarmıştır. Aydınlanma sürecinin temel hedeflerinden biri de 'Laik, demokratik, bilimsel ve kamusal eğitim' olmuştur.
Batı toplumlarında her alanda hızlı bir gelişmenin yaşandığı bu yüzyıllarda, Osmanlı toplumu ise 'Dinsel temele dayalı sultanlık sistemi' içinde debelenmekte ve hızlı bir çöküş süreci yaşamaktadır…
Böyle bir durumda doğal olarak Aydınlanma düşünceleri Osmanlı'yı da etkilemiştir. Önce Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinden süzülüp gelen 'Batılılaşma/ Laikleşme' sürecinde, daha sonra 20. yüzyıl başlarında görülen sol/ sosyalist hareketler içinde 'eğitim reformu' düşünceleri filizlenmiştir. Türkiye'de bu süreçte eğitim alanında geleneksel medrese sistemine karşı Batı tipi okullar açılmış ve bazı yenilikçi uygulamalar yapılmıştır.
1915- 1917 yıllarında Eskişehir Maarif Müdürlüğü yapan Ethem Nejat'ın yaptığı yenilikçi uygulamalar da önemli örneklerdir. Ayrıca Ethem Nejat'ın 'Köye Göre Öğretmen Yetiştirme Projesinin', Türkiye' de 1940'larda hayata geçirilen 'Köy Enstitüleri düşüncesine kaynak olduğu' bilinmektedir. Eğitim öğretisi tarihine geçen bu gerçeğin bazı önyargılarla görmezden gelinerek Ethem Nejat'ın yok sayılması etik değildir.
Köy Enstitüleri denince unutulmaması gereken gerçeklerden biri 'Köy Enstitülerinin bir mucize olarak gökten zembille inmediği; Türkiye toplumunun dün/ bugün/ yarın zincirinden süzülen aydınlanma düşüncesinin ürünü olduğudur.'
KÖY ENSTİTÜLERİ BİR CUMHURİYET PROJESİDİR
Köy Enstitüleri denince, sıkça karşılaşılan durumlardan biri de 'Köy Enstitülerini Atatürk ve Cumhuriyet sürecinden koparma' sapkınlıklarıdır.
Bu sapkınlıkların bahanesi de Köy Enstitüleri kuruluş yasasının 17 Nisan 1940 tarihinde çıkarılmış olmasına dayandırılır. Böylece Atatürk'ün sağlığında eğitim alanında çıkarılan ve her biri devrimsel özellikler taşıyan yasalar ve uygulamalar görmezden gelinir.
Örneğin, 3 Mart 1924'te çıkarılan Üç Devrim Yasası, Maarif Teşkilatı Hakkında Yasa (1926), Yeni Türk Harflerinin Kabulü ve Millet Mekteplerinin Açılması (1928), Türk Tarih Kurumu Yasası (1931), Türk Dil Kurumu yasası (1932), Üniversite Reformu (1933), Eğitmen Kursları (1936- 1937), Köy Öğretmen Okullarının Açılması (1937- 1938)…
Bu bağlamda 17 Nisan 1940'ta çıkarılan Köy Enstitüleri yasası, işte bu temel ve duvarlar üzerinde yükselen binanın çatısı olmuştur.
Köy Enstitülerinin baş mimarları olan Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç'un bu esere çok önemli katkılarda bulundukları yadsınamaz.
Ama Cumhuriyet Türkiye'sinin 1922- 1940 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığı yapan ve her biri hem Cumhuriyete bağlılık hem de eğitim liyakati olarak üstün nitelikler taşıyan bakanların katkıları da unutulmamalıdır. Örneğin, İsmail Safa Özler (1922- 1924), Hüseyin Vasıf Çınar (1924), Mustafa Necati (1924- 1929), Reşit Galip (1932- 19339, Yusuf Hikmet Bayur (1933- 1934), Saffet Arıkan (1935- 1938) gibi.
Sözün özü günümüzde değerlendirilmesi gereken, 'Aydınlanma sürecinin ürünü olan Köy Enstitülerinin bir Cumhuriyet projesi olduğu' gerçekleridir.
KÖY ENSTİTÜLERİNDEN GELECEĞE BAKIŞ
Köy Enstitüleri Sistemi, dar anlamda 'bir eğitim modeli' ya da 'bir öğretmen yetiştirme modeli' değil; 'Evrensel eğitim bilimi değerleriyle Cumhuriyet değerlerimizin kaynaştırılmasından üretilmiş bütünsel bir eğitim sistemidir…'
Türkiye eğitim tarihinde özgün ve önemli bir yeri olan Köy Enstitüleri uygulamasının çağının evrensel eğitim değerleriyle önemli ölçüde çakıştığı, UNESCO'nun aldığı bazı kararlarla kanıtlanmıştır.
Köy Enstitüleri Sisteminde, çoğu ülkemizde ilk olarak el yordamıyla ama başarıyla uygulanan 'eğitim yöntem ve teknikleri', günümüzün eğitim fakülteleri ve diğer eğitim kurumları tarafından daha da geliştirilebilir.
Onun için günümüzde esas önemli olan, 'Köy Enstitülerinin yaşadıkları yıllardaki uygulamaların özlemli duygularına ya da biçimlerine değil, 'ilkelerine' sahip çıkmaktır.'
Köy Enstitüleri konusunda 'özlemli ya da hamasi yaklaşımlara kapılmadan; bilimsel gerçekler ışığında bugüne ve geleceğe yönelik öngörüler üretmek gerekiyor…'
Gelecek yazılarımızda bu konuyu sürdüreceğiz.
Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla…