Temmuz ayının da sonunu getirdik.
Ağustos ayının ilk haftasından bile bir şey kalmadı geriye.
İkinci haftaya adım attık.
Önümüzde bir de Kurban Bayramı var.
Bayram hazırlığı…
Bir kurbanlık çaresine bakmalar falan derken…
Bu hafta da geçip gider.
11 Ağustos Pazar günü de bayram.
Bayram tatili 10 Ağustos Cumartesi günü öğleden sonra başlayacak.
14 Ağustos Çarşamba günü sona erecek.
Arada kalan iki gün de idari izin olarak verilseydi çalışanlara…
Hafta sonuyla birleştirilseydi bayram tatili iyi olacaktı.
Beklenti içindeydi memur, işçi…
Çalışan, düzenli gelir vergisi ödeyip de gelir vergisinin kralını kendisinin ödediğinden pek de haberi olmayan emekçi kesimi, iki hafta sonuyla birleşecek dokuz günlük bayram tatilini hak ediyordu.
Ama aradaki o iki gün, beklentinin tersine tatil olarak verilmedi.
Kalbimiz kırıldı doğrusu!
***
Tatil verilmemesinin gerekçesi…
Bu konuda yapılan açıklamalar enteresan.
Ve düşündürücü.
Tatilin uzatılmayacağını Maliye Bakanlığının açıklaması…
Sonra arkasından Kültür ve Turizm Bakanlığından; Kurban Bayramının tam turizm sezonunun ortasına denk geldiği, tatilin uzatılmasına gerek olmadığı; zaten otellerin, tatil yerlerinin dolu olduğu açıklamasının gelmesi şaşırtıcı.
Vatandaş…
Çalışan kesim…
Yani gelirlerinden, maaşlarından kesilen vergilerle siyasilere, üst düzey bürokratlara bol keseden ödenen maaşların…
Hanların…
Hamamların…
Sarayların…
Kervansarayların…
Lüks makam arabalarının birinci derece kaynağı olan çalışan, üreten emekçi kesiminin tatil ihtiyacının mali açıdan, turizm geliri açısından değerlendirilmesi şaşırtıcı…
Ve kalp kırıcı!
Üstelik de dini bayram bu!
Dini bayramın…
Kurban Bayramının turizme bağlanması!...
Sanki herkes bayram tatilinde deniz kenarına…
Turistik otellere koşacakmış gibi düşünülmesi….
***
Benim bildiğim…
Televizyonların bayramlardaki haber bültenlerinde gördüğüm, uzun bayram tatilleri; Doğu'dan, Güneydoğu'dan İstanbul'a, Ankara'ya, İzmir'e çalışmaya gelen…
Büyük şehirlere yerleşen vatandaşların memleketlerine gitmeleri için bir fırsat oluyordu.
Hem orada kurbanını kesiyor, memleketteki akrabalarını ziyaret ediyor hem de dönüşte çuvallarla memleketinden kışlık yiyecek getiriyorlardı bu insanlar.
Kars'tan; kesilip temizlenmiş, dondurulmuş kaz getiriyorlardı İstanbul'daki evlerine, kış boyunca çoluk çocuk yemek için.
Malatya'dan kayısı kurusu…
Pestil…
Kayseri'den pastırma…
Adıyaman'dan, Antep'ten, Maraş'tan, Adana'dan dolmalık patlıcan, biber kurusu…
Domates, biber salçası…
Sonra Anadolu'dan bulgur, dünür…
Güneşte kurutulmuş tarhana…
Hepsi yaklaşan kış için.
Yani geçim derdine hepsi.
Değilse…
Değilse bayram seyran, deniz tatili, beş yıldızlı otellerde turizmi canlandırma, coşturma falan…
Otellerdeki, tatil yerlerindeki doluluğun nedeni; turla gelen, Avronun altı Liranın üzerinde olduğunu da düşünecek olursak, kendi vatandaşımızdan çok daha ucuza tatil yapan yabancılar.
Bizim millet geçim derdinde.
'Koyun can derdinde, kasap et derdinde!' derler ya…
Öyle işte!