Mustafa Kemal'in Din Tanımlaması

Atatürk, bazı ilkelerin incelendiği ve değerlendirildiği bir yazı üzerinde kendi notlarıyla, laiklik anlayışını şöyle anlatmaktadır;
'Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyetine tekeffül etmektir'
Bu tanımlamada; seküler yasalarla, ilahi yasaların aynı temel ile değerlendirilmesi mümkün gözükmemektedir. İlahi yasaları, daha kişisel düzleme çeken, seküler yasaların kapsamını ise evrimleşen dünya ve insanın değişen yaşam ve hukuk şartlarına uygun olarak değiştirebilen ve evrenselleştiren bir bakış açısı ile değerlendirmektedir. Burada söz konusu olan şey dünyevi yasaların değişkenliği ve evrenselliği ile ilahi yasaların gelenekselliği ve kısmiliği içindeki değişmezliği sorunudur. Değişmez olanların bile gelişen şartlar içinde değişmesinin zorunlu kılınacağı hallerde veya içtihada (yoruma) ihtiyaç duyulduğunda çok parçalara bölünmüş bu dini anlayışın temsilcileri ve özellikle ruhban, yeni ortaya çıkan sorunlar karşısında nasıl çözüm üretebilecektir. Yani her mezhebin kendi fıkhi ve kelami bakışı ve çözümlemeleri içerisinde farklı farklı yasalar, farklı farklı sonuçlar nasıl değişen ve gelişen bir topluma yön verebilecektir. Bu mümkün değildir elbette. Dolayısıyla dünyevi hukuk, insanların inançlarına da saygılı olarak bütün bir milleti kapsayan normlar ve kurallar ortaya koymalıdır. İşte Atatürk'ün en hümanist ve çağdaş yaşam ve devlet çözümü burada yatmaktadır.

Atatürk ve Din
Laik düzen ve anlayışta, onun kurucusunun İslam dinine karşı durumunun önemli rolü bulunmaktadır. Atatürk din düşmanı hiç olmamıştır. Tam tersine çağdaş bir Müslümandır. Dinin, ruhbanlar tarafından sömürülmesine, politikaya alet edilmesine ve devlet ilkesi haline getirilmesine karşıdır. O, Allah'a inanmakta ve İslam dinine bağlı bulunmaktadır. Bir çok konuşmalarında, sömürücülük sayılması olanaksız bir yöntem içinde, İslam'dan, dinden ve Tanrı'dan saygı ve bağlılıkla söz eder, Tanrı'dan yardım diler. Hilafetin kaldırılması sırasında, İslam dini için kullandığı ifadeler çok önemlidir;
'Müslümanlığı, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere, bir politika aracı olarak kullanılmaktan kurtarmanın ve yüceltmenin çok gerekli olduğu gerçeğini de saptamış bulunuyoruz'.
Cumhuriyetin iki amacı vardır ; birincisi din, dünya ve devlet işlerini birbirinden farklı yorumlamak ve uygulamak, ikincisi de İslam dinini bir sömürü aracı olmaktan ve ruhbanların sömürülerinden kurtarmak. Mustafa Kemal'in meclis konuşmalarından birinde, din konusunda yaptığı konuşma çok anlamlıdır;
'Bağlı bulunmakla şereflenip inandığımız ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere, bir politika aracı mevkiinden arıtmak ve yüceltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve Tanrısal olan vicdan ve inançlarımızı karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarlarla tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün öğelerinden bir an önce ve kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahirin mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece, İslam dininin yüceliği gerçekleşir'.
Başka bir konuşmasında diğer dinlere ve mensuplarına karşı takınılması gereken tavrı da ortaya koymaktadır;
'Uyrukları arasında türlü dinlere bağlı olanlar bulunan ve her din mensubu hakkında adil ve tarafsız işlemde bulunmaya ve mahkemelerin de kendi uyrukları ve yabancılara karşı ayrıcalık gözetmeksizin adaleti uygulamakla ödevli bulunan bir hükümet, fikir ve vicdan hürriyetine saygı göstermek zorundadır'
Laikliğin dinsizlik ve din düşmanlığı olmadığını ve gerçek laikliğin ne olduğunu her fırsatta açıklamaya önem vermektedir. Bunun örneği olarak, gerek ezan ve Kuran-ı Kerim'in Türkçeleştirilmesi ve gerekse İslam dininin temiz yüzünü ortaya çıkarmak için aylarca araştırma ve incelemeler yapıp, yaptırdığı da bilinmektedir. Laik devlet sisteminin kabulünden sonra, bir devlet adamı kimliğini taşıdığı düşüncesine bağlı kalarak, eskisi kadar ve belki de hiçbir zaman dinsel konuşmalar yapmaması, laik devlet adamının tarafsızlığını ve ülkesinde her dinden insan yaşadığını göz önünde tutan bir anlayışın belirtisi ve gereğidir. Dindar bir insan olan Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ı dinsel günlerde ziyaret ettiğini, dini bayramlarda kutladığını bilenler çoktur. Burada, Falih Rıfkı Atay'ın konu ile ilgili bir anısını aktaralım;
'Atatürk sağ iken, büyük İslam kongrelerinden birine biz de çağrılmıştık. Kongre Mekke'de toplanacaktı. Atatürk'ün bir delege göndermeye razı olup olmayacağını merak ediyorduk. Hiç duraksamasız karar verdi. Türklüğünden kibir denecek kadar gurur duyan büyük adam, milleti ile aynı dinden olanları de gerilik ve kölelikten kurtulmuş görmek için elinden geleni yapmak istemiştir. Müslümanlık yeniden şereflendikçe, nasıl Türklerin bunda manevi bir hissesi olacaksa, on milyonlarca Müslüman ya geri, ya köle kaldıkça bundan Türklere de bir utanç payı düşmemek ihtimali var mıydı? Biliyordu ki, Mekke'ye şapka ile girilemez, ama daha iyi biliyordu ki başlık ve kıyafet değiştirmekle din değiştireceğini sanan bir toplum da ne gerilik, ne de kölelikten ayrılabilir. Milletvekillerinden Edip Servet Tör'ü çağırdı. Mekke'ye gidip beni temsil edeceksin, dedi. Türk'sün ve Müslüman'sın. Türklük, Müslümanlığın öncüsü ve kılavuzudur. Müslüman milletleri uygarlaşmaktan alıkoyan batıl inançları yıkmak için, Mekke'ye şapka ile gideceksin. Kara taassup seni parçalamaya bile kalksa, başını vereceksin, fakat eğilmeyeceksin. Edip Servet Tör, Mekke'ye şapka ile girdi, Müslüman delegelerinin en çok itibarlısı o idi. Kongrenin sonuna kadar, Mustafa Kemal mucizesine hayranlık duyan heyetler arasında, Kemalist Türkiye'yi efendice temsil etti'.
'Müslümanlığın ne kadar sade bir din ve dinin nasıl kutsal bir vicdan işi olduğunu bilen Atatürk, onun, ne devrimleri lehine, ne de aleyhine sömürülmesine yer vermiştir. Ne şapka için fetva almıştır, ne de şapka giyenin dinsiz olacağı fesadının halk içine sokulmasına yol açmıştır. Halkı vicdanı ile rahat bırakmıştır, bu rahatı bozan gericiliktir'
Mustafa Kemal, din ile ilgili konuşmalarından bir diğerinde şunları söyler;
'Bizi yanlış yola götürenler, biliniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz, görürsünüz ki, milleti mahveden, tutsak eden, yıkan kötülükler hep din kılığındaki küfür ve büyük kötülükten gelmiştir. Onlar, her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki, hamdolsun hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız. Artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan ders ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile, bize dinimizin esaslarını anlatmaya yeter. Gene de, hafta tatili dine karşıdır gibi hayırlı ve akla, dine uygun sorunlar hakkında sizi aldatmaya, ayağınızı kaydırmaya çalışanlara yüz vermeyin, milletimizin içinde gerçek ve ciddi ulema vardır. Milletimiz bu gibi uleması ile övünmektedir. Bizim dinimiz için herkesin elinde bir ayraç vardır. Bununla, hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Hangi şey ki, akla, mantığa, kamu yararına uygundur, biliniz ki, o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin çıkarlarına, İslam çıkarlarına uygunsa, kimseye sormayın, o şey dindir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyuştuğu bir din olmasaydı, olgun ve son din olmazdı'
Diğer bir konuşmasında da şunları söylemektedir;
'Türk Devrimi nedir? Bu devrim, kelimenin ilkin düşündürdüğü ihtilal anlamından başka, ondan sonra geniş bir değişmeyi anlatmaktadır. Bu günkü devletimizin şekli, yüzyıllardan beri süregelen eski şekilleri ortadan kaldıran bir tarz olmuştur. Milletin, varlığını koruması için, bireyleri arasında düşündüğü ortak bağlar, yüzyıllardan beri gelen şekil ve niteliğini değiştirmiş, yani millet, din ve mezhep bağları yerine, Türk Milleti bağı ile bireylerini toplamıştır. Panislamizm, Panturanizm siyasetinin başarılı olduğuna ve dünyayı uygulama alanı haline getirdiğine tarihte rastlanmamaktadır'. (Devam Edecek).