23 Aralık 1930 Salı günü Derviş Mehmet ve arkadaşları Menemen kasabasına iyice yaklaşırlar. O günlerde Menemen 20 bin civarında nüfusuyla İzmir'e 31 km. uzaklıkta küçük bir ilçe merkezidir. Etrafı zeytinliklerle çevrili bu ilçenin halkı çoğunlukla hayvancılık ve tarımla uğraşmaktadır.
Derviş Mehmet ve çetesi Menemen'e girdiğinde Ramazan başlamak üzeredir (20 Ocak). Yolculuk boyunca işlenen dinsel ritüeller dikkate alınırsa, raslantı pek tesadüfe benzememektedir. Tan yeri ağarırken bir zeytinlikte mola verirler. Kafileyi yöneten Derviş Mehmet arkadaşlarına, yeniden esrarlı sigaralar dağıtır. Sabah erkenden dumanlı kafalarla Menemen'e girilecektir. Saat 6.20 de 'Yahşi Gedik' denilen yerden ilçeye girerler. Yolculuk bitmiştir.
Bu gerici çete, 7.10 da dağdan inip, Müftü Camii'nin kapısına dayanır. Müezzin Hafız Ahmet Efendi, ezanını okumuş, birkaç ihtiyar ile cami önünde sohbet etmektedir. Eylemciler ise hem yabancı hem de yanlarında ufak bir köpek (Kıtmir) bulunmaktadır. Cemaat, Sokak köpeği ile camiye geleni ilk kez görmüşlerdir. Başı sarıklı birisi ayağa kalkar ve boğuk bir sesle konuşmaya başlar ; 'Aziz cemaat ben Mehdiyim, dinimizi korumak için buraya geldim, beni dinleyin'.
Derviş Mehmet'in arkadaşı Nalıncı Hasan mihrabın yanında duran ve üzerinde 'inna fetahna leke fethan mübina' yazılı sancağa uzanıp eline alır. Cemaatten, sen kimsin, niye alıyorsun o sancağı diyen olmaz. Derviş Mehmet camiye giren cemaati dine davet etmekte ve yanındaki Kıtmir'i de mehdiliğine delalet göstermektedir.
Kasabanın dükkanları yeni yeni açılırken, camiden çıkan grubun etrafında 20-30 kişi toplanmıştır. Birinci aşamada elde sancak Menemen sokakları dolaşılacak, halk bayrak altına davet edilecektir. Tekbir sesleri arasında iki koldan sokak turuna çıkılır. Eylemciler rastladıkları kişilere ; 'Siz Müslüman mısınız ?, Mehdi'ye itikadınız var mı?', diyerek propaganda yapıp, sancağın altına davet ederler. Aksi halde hepsi kılıçtan geçirilecektir. İlçede hükümet kuvvetine ait bir güç görülmemekte, dükkanlar kapatılıp kendilerine katılmaları istenmektedir. Onlara göre ; 'Yetmiş bin kişilik melekler ordusu kasabayı sarmıştır'. Yakında fes giyilip, eski harflere geri dönülecektir. Bayrak, Nalıncı Hasan'ın elindedir. Tavukpazarı, Arasta Çarşısı, Keçeciler Çarsısı'nda tekbir ve tehlil sesleriyle dolaşarak, tekrar belediye meydanına gelirler. 7.40 sularında alana, seksen kişi birikmiştir. Ellerindeki bayrağın meydana dikilmesi için çukur kazılması gerekmektedir. O sırada omuzunda çapasıyla işe gitmekte olan Florinalı Yahya oğlu arabacı Hüseyin'e çukur kazdırıp, sancağı oraya dikerler. Arabacı Hüseyin mahkeme ifadesinde şunları söyleyecektir;
'Asilerden birisi yanıma sokulup sen nesin dedi ve birisi bana mavzer dayadı. Bu vaziyet karşısında korktum, elime bir çapa verip şurayı kaz dedi. Yer doldurmaydı, çapayı vurunca çapa eğrildi'.
Yeşil sancak sahte mehdinin ve meydanın simgesi olmuştur. Bazıları tekbir getirerek etrafında dönmekte, bazıları da yerden aldığı toprağı dualar okuyarak etrafa serpmektedir. Gerek iddianamede gerek Emniyet raporunda Derviş Mehmet'in Menemenli Saffet Hoca'ya rastlayıp onunla selamlaştıkları da kayıtlıdır. Yani Saffet Hoca, eylemcilerin işbirlikçisi olarak gösterilmektedir. Aslen Yanyalı olan elli yaşındaki Saffet Hoca, Menemen'de oturmaktadır. Eylemcilerin adamı gibi gösterildiği halde, beraat eden tek kişidir. İddialar ve iftiraların hepsini reddeden Saffet Hoca kendini şöyle savunmuştur;
'İstibdadın en koyu zamanlarında onun yıkılması için çalışmış, Balkan Harbini müteakip İzmir'e gelmiş, Maarif Vekili Necati Bey'le şark mektebinde muallimlik etmiş, Müdafaa-i Hukuk da bulunmuş, kurtuluşu müteakip Manisa vaizliğine atanmıştı. Mehdi dedikleri adamla, böyle şen'i bir olayı konuşmak şöyle dursun, irtica şebekesiyle zerre kadar alakası olamazdı. Bundan yirmi sene evvel, hızır yoktur, Mehdi'nin çıkacağı da yalandır, böyle uydurmalara kulak asmayınız diyen adam, böyle serserilerle nasıl işbirliği yapardı'
İfadelerden anlaşıldığı üzere, o sabah camiye imam gelmemiş veya geldiği halde namazı kıldırmamış görünüyor. Çünkü, böyle bir isme tutanaklarda ve ifadelerde rastlanmaz. Müftü Camii'nin müezzini Abdullah oğlu Hafız Ahmet'e gelince, camideki olaya sessiz kalmış, fakat kafilenin peşine de takılmamıştır. Buna rağmen ifadesinde namazdan sonra minareye çıkıp eylemcileri gözetlemiş, 'yetmiş bin kişilik mehdi ordusu'nun gerçekten Menemen'i sarıp sarmadığını kontrol etmiştir. Menemenli Ramiz Efendi'nin ifadesi de halkın genel eğilimini göstermesi açısından önemlidir ;
'Hadise sabahı dükkanımı açmak üzere geldim. Hükümet önündeki meydanda bazı kimseler bayrak altında dönüyorlardı. Onlardan silahlı bir ihtiyar yanıma geldi, sen Yahudi misin, dedi. Ben de Türküm dedim. Öyle ise şu sancağın altından geç, Mehdi geldi. Öğleye kadar müsaade var. Geçmeyecek olursan Menemen'in etrafını 70.000 Arap sarmıştır. Sonra hepiniz kesileceksiniz, dedi. Kayserili Hasan namında birine sordum. Bunlar serseridir, nerdeyse tutarlar, dedi. Sancaklı adamlar yürüyorlardı, nereye gidiyorlar diye ben de otuz adım arkalarından gittim. Vaziyetlerinden şüphe ettim, düz yola çıktılar. Eşkıya olduklarını anladım. Yanlarına sokulmayıp, uzaktan takip ettim'
Ertesi gün, İzmir-Anadolu Gazetesi tesadüfen olayın içinde bulunan kendi muhabirinin haberini şöyle verir;
'Sabahleyin saat 7.30 da evden çıktım. Hiçbir şeyden haberim yoktu. Çarşıya doğru ilerliyordum. Sokaklarda rastladığım adamlardan garip bir hal seziyordum. Evvela bir mana veremedim. Biraz daha ilerledim, caminin önüne geldim. Burada beş on kişi bir araya gelmiş konuşuyorlardı. Telaşlı bir haldeydiler. Yanlarına yaklaşarak sordum. Hayrola böyle, ne var? Bana şunu anlattılar: biraz evvel camiye yedi kişi geldi. Mavzerleri vardı. Namazdan sonraki cami içindeki (lailaheillallah) ve (inna fetahlaneke) yazılı bayrağı aldılar. Bu yedi şahsın üzerinde çaprazlama fişenkler, omuzlarında mavzer, bellerinde tabancalar bulunuyor. Mehdi resulün geldiğini söylüyorlardı. Bu haber üzerine camiye doğru ilerledim. Gördüğüm manzara beni hayretler içerisinde bırakmıştı. Bu adamlar buraya kadar nasıl gelmiş, camide ne yapmak istiyorlardı? Uzaktan bakıyordum. Müezzine birşeyler söylüyorlardı. Müezzin bu adamların dediğini kabul etmemiş olacak ki, yedi kişi onun etrafını aldı, biri elindeki mavzerin namlusuyla dürtü ve Müezzin Efendi! Diye bağırdı. Sen galiba İslam değilsin, kelime-i şahadet getir bakalım. Müezzin korktu ve titremeye başladı. Benim gibi bazıları da oraya gelmişlerdi. Mehdi resul olduğunu söyleyen adama bakıyorlardı. Biraz daha sokuldum. Yüzlerinde sakal vardı, fakat genç oldukları anlaşılıyordu. Müezzinden bir şey istedikleri anlaşılıyordu. Müezzin korkusundan razı olup hepsi birlikte camiye girdiler. Biraz sonra ellerinde bayrakla dışarı çıktılar. Adamlardan biri diğerlerinden yaşlı, birisi çocuk denecek yaşta idi. Tam bu sırada bir vaveyla koptu. Bağırmaya başladılar. Allahuekber, Allahuekber, Lailahe illallah. Tekbir ve tehlil seslerine epey kalabalık birikmişti. Silahlı şahıslar ellerinde bayrak olduğu halde camiden çıkarak hükümet önüne varmıştı. Meydanda duran bu insanları meraklı bir seyirci kafilesi seyretmekteydi. Yedi kişi arasından ihtiyar olanı iki elini yukarı kaldırdı. Bir dua okuduktan sonra iki elle yüzünü sıvazladı: Ey ahali! Ben Mehdi Resulum. Beni Peygamber gönderdi. Din kalmadı, ortalık fena oldu. Şeriatı tekrar kuracağız. Etrafta yetmiş bin kişi var gibi herzeler savurmaya başladılar'

İlk Müdahale

Menemen meydanındaki bu olağanüstü durumu ilk defa avukat katibi Mehmet Tevfik Efendi hükümette bulunan jandarma yazıcı neferi Ali Efendi'ye duyurmuş, o da haber vermek için komutanının evine gitmiştir. Hemen evinden çıkan Jandarma Yüzbaşısı Fahri Bey, Jandarma Neferi Ali'yi yanına alarak meydana gelir. O geldiğinde meydanda tekbir sesleri yükselmektedir. Kalabalığa yaklaşarak eylemin öncüsü Mehdi Mehmet'e hitaben ; niçin toplandıklarını ve bayrağın sebebini sorar, toplanmanın yasak olduğu uyarısında bulunur.
Derviş Mehmet; 'Ben Mehdi'yim, şeriatı ilan ediyorum. Bana kimse dokunamaz, İzmir- Bergama yolu silahlı adamlarım tarafından tutuldu, yıkıl karşımdan' diye karşılık verecektir.
Yüzbaşı Fahri, herkesin dağılıp işine gitmesini istediği halde, kalabalık dağılmadığı gibi üstelik Mehdi'yi alkışlamaktadırlar. Uyarı ve tavsiyenin fayda etmeyeceğini ve kalabalığın Mehdi'ye yakın durduğunu gören Fahri Bey, herhangi bir karşı harekette bulunmayıp, yanındaki jandarmayla meydandan çekilip, tekrar hükümet konağına döner. Durumu Kaymakama ve Alay Komutanı Vekili Yarbay Nihat Bey'e bildirir. Ancak Yüzbaşı Fahri Bey'in bu tutumu asker gözüyle korkaklık ve iradesizlik olarak görülecektir;
'Yüzbaşı Fahri Efendi yalnız üç büyük silah taşıyan şakilere silah adedince dahi ve daha ilk andan itibaren tevakkufu (Üstünlük) var idi. Yapılacak bir teslim ihtarı, bir yaylım ateşi halkı dağıtmak ve bizzat halk tarafından bunların bağlattırılması mümkündü ve bunun içinde gösterilecek bir celadet kafi gelirdi. Bir taraftan da asker kumandanlığından yardım istenebilirdi. Bu husus ki bizzat telefonla kendisine verdiğim bir iki dakika içerisinde bunlara ateş açarak izale etmediğimiz takdirde vaziyetin vehametini ve ağır mesuliyetini düşününüz demiştim. Ve bunu deruhte etmişti. Buna rağmen yapamadı ve Dahiliye Vekili ile Ordu Müfettişi Hazretlerinin huzurlarında dahi bunu itiraf eyledi. Kendisine evvel ve ahir amil ve müessir olan zihniyetin en nihayet askeri müfreze ile olan irtibatını bile düşünemeyecek derecede iradesini sarsmış ve sonuna kadar bunu yürüterek düşmanı bir hamlede kıracak elindeki kuvveti de mefluç tutmuştur. Kendisinin muhafazakar olarak halk ile şakilerin birleştikleri fikirlerini dahi doğru telakki etsek, yine bunun tarzı halli vardı. Kuvvetini toplu tutar, başlarında bulunur, telefondan askeri müfreze ister, irtibatını tesis için bir iki bekçi gönderir, askeri müfreze ile beraber hareketini tanzim eder ve buna intizaren yine vaziyete hakim olur ve düşmanını gözünün önünden ayırmazdı. Binaenaleyh, asabi ve iradesi tamamıyla bozuldu. İlk düşüncesinde ihtiyatkar bir mülahaza dahi olsa ve bunda isabet gösterilse bile, iradesizlik bu neticeyi verdi. Jandarma neferleri de bu iradesizlik yüzünden mefluç kaldı' (Devam Edecek).