Millî Hakimiyet
Lozan Barış Antlaşması'nın imzalanmasından sonra dikkatler iç politikaya çevrilmiştir. Siyasi alanda mücadelenin başladığı bu dönemdeki en önemli gelişme devletin rejiminin adının konmasıdır. Nisan 1923 tarihinde seçimlerin yenilenmesi kararının alınması üzerine daha çok Müdafaa-i Hukuk Grubu (I. Grup) temsilcilerinin seçildiği yeni seçimler sonunda, II. TBMM, 1923 yılı Ağustosunda çalışmalarına başlar. Bundan yaklaşık bir ay sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti 'Halk Fırkası' adıyla siyasi bir parti haline getirilir (9 Eylül 1923). Bu konudaki görüşünü Atatürk, 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Paşa Camii'nde halka hitaben yaptığı konuşmasında, siyasi fırkaların (Partilerin) gerekliliğinden ve Türkiye'deki halktan bahsederek 'halkçılık' temeline dayalı bir fırkanın kurulması üzerinde durmuş ve 'Halk Fırkası' hakkında sorulan bir soruya; 'Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dahildir. Halk Fırkası terbiyey-i siyasiye vermek için bir mektep olacaktır…' cevabını vererek 'Halk Fırkası' adıyla bir parti kurmak niyetinde olduğunu belirtmiştir. Aynı konu ile ilgili olarak Atatürk Nutuk'ta şunları anlatmaktadır;
'Muhterem Efendiler, her yerde siyasi fırka teşkili hakkında da halk ile uzun hasbihallerde bulundum. 7 Kanunievvel (Aralık) 1922 tarihinde Ankara matbuatı vasıtasıyla halkçılık esasına müstenit ve 'Halk Fırkası' namiyle siyasi bir fırka teşkil etmek niyetinde olduğumu beyan ederek bu fırkanın nasıl bir program takip etmesi lazım geleceği hakkında bilcümle vatanperveranın, erbabı ilmü fennin müzaheret ve müşareketine müracaat etmiştim. Nihayet 8 Nisan 1923 tarihinde, noktai nazarlarım dokuz umde halinde tespit ettim. Bu program fırkamızın teşekkülüne esas olmuştur…'.
Atatürk'ün yayımladığı bu programda özetle, hakimiyetin millete ait olduğu, TBMM dışında hiçbir makamın milletin kaderine hakim olamayacağı, her türlü kanunun, hakimiyet-i milliye esası çerçevesinde çıkarılacağı, saltanatın kaldırılması kararının değişmeyeceği, mahkemelerin ıslah edileceği, ekonomi alanında yeni kararların alınacağı ve barışın ise ancak milli, ekonomik ve idari bağımsızlığın sağlanması şartıyla korunabileceği görüşleri vurgulanmakta ve bu ilkelerin fırka'nın kurulmasına zemin hazırladığı belirtilmektedir.
Bu gelişmelerden sonraki günlerde 27 Ekim 1923 tarihinde istifa eden Fethi (Okyar) Bey'in başında bulunduğu hükümetin yerine yenisinin kurulamaması sonucunda hükümet bunalımının yaşanması, Meclis Başkanı'nın yetkilerinin ise bu işi çözmekte yetersiz kalması devlet başkanına olan ihtiyacı ortaya çıkarır. Zira, anayasaya göre vekiller mecliste teker teker oylanıp çoğunluğun sağlanmasıyla seçilmektedir. Bu bunalım hiçbir vekilin çoğunluğu sağlayamamasından kaynaklanmıştır. Hükümet bunalımının meclis hükümeti sistemi nedeniyle aşılamaması, kabine sistemine geçmek, dolayısıyla da Cumhuriyet'i ilan etmek için uygun bir siyasal ortam yaratmıştır. Bu durum karşısında 28 Ekim akşamı Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü'nde yemek esnasında kendi görüşüne yakın arkadaşlarına; ' Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz' diyerek fikrini belirttikten sonra, 1921 tarihli Anayasada yapılan değişikliklerle 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet ilan edilir. Buna göre;
  1. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İdare şekli, halkın kendi kaderini kendisinin tayin edeceği temeline dayanır. Devletin hükümet şekli Cumhuriyettir.
  2. Türkiye Devleti'nin dini İslam dinidir. Resmi dil Türkçedir. Başkenti Ankara'dır.
  3. Türkiye Devleti TBMM tarafından yönetilir.
  4. Türkiye Cumhurbaşkanı, TBMM Genel Kurulu'nca kendi üyeleri arasından seçilir.
  5. Türkiye Cumhurbaşkanı devletin de başkanıdır. Gerektiğinde meclise ve Bakanlar Kurulu'na başkanlık eder.
  6. Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından Meclis üyeleri arasından seçilir.
Bu değişikliklerle rejimin adı konmuş ve Cumhurbaşkanlığı seçimine gidilerek Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçilmiştir. İsmet Paşa ise hükümeti kurmakla görevlendirilerek Cumhuriyetin ilk başbakanı olur.
Sözlüklerde 'Ulusun egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet biçimi' olarak tanımlanan Cumhuriyet, Türk milletinin karakterine uygun en iyi hükümet şekli olarak tercih edilmiştir. Yeni rejimin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyetin resmen ilanından önce bu konudaki görüşlerini başlangıçta yakın arkadaşları arasında ifade eder. Erzurum Kongresi esnasında Mazhar Müfit Kansu'ya zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olacağını not ettiren Atatürk Nutuk'ta; daha Samsun'a ayak bastığı gün kafasında Türkiye için en uygun siyasi rejimin Cumhuriyet olduğuna karar verdiğini belirtmektedir. Viyana'da yayımlanan Neue Freie Press Gazetesi'ne verdiği bir demecinde de aynı konudaki niyetini açıklar. Burada Türkiye'nin adından başka her şeyiyle bir Cumhuriyet olduğunu, Anayasanın kapsadığı hükümlerden ilkinin egemenliğin millete ait olduğu, ikincisinin ise, halkın yalnız Büyük Millet Meclisi tarafından temsil edildiği belirtilir. Yine 1 Mayıs 1923 tarihinde seçimin yenilenmesi hakkındaki karar dolayısıyla TBMM'nde yaptığı bir konuşmasında konu ile ilgili düşüncelerini şöyle açıklamaktadır ;
'Yeni Türkiye Devleti'nin ruh-u bünyanı Hakimiyet-i Milliye'dir. Milletin bilakayd-ü şart (kayıtsız şartsız) hakimiyedir…. Türkiye Devleti'nde ve Türkiye Devleti'ni kuran Türkiye halkında tacidar (hükümdar) yoktur. Bütün cihan bilmelidir ki, artık bu devletin ve bu milletin başında hiçbir kuvvet yoktur. Yalnız bir kuvvet vardır. O da hakimiyet-i milliyedir.'

Cumhuriyet ve Demokrasi
Milli egemenlik kavramı üzerinde ısrarla duran Atatürk, demokrasi konusuna da değinerek kurulan Cumhuriyetin demokratik bir temele dayanmasını istemektedir ve bu konudaki görüşlerini şöyle özetlemektedir ;
'Malumdur ki, Türkiye Cumhuriyeti demokrasi esasına müstenit bir devlettir. Demokrasi ise, esas itibariyle, siyasi mahiyettedir, fikridir, ferdidir, müsavatperverdir'.
'Demokrasi prensibinin, en asri ve mantıki tatbikini temin eden hükümet şekli Cumhuriyettir. Cumhuriyette son söz, millet tarafından seçilmiş meclistedir. Millet namına her türlü kanunları o yapar'
Tanin gazetesi başyazarı Hüseyin Cahit (Yalçın) ise Cumhuriyetin ilanından sonra yazdığı bir yazısında; 'Anadolu'da Büyük Millet Meclisi vatanın kaderine fiilen hakim olmaya başladığı dakikadan beri Türkiye'de Cumhuriyet kurulmuştu. Atılan toplar bize yeni bir şey öğretmiyor, yeni bir değişiklik yapmıyor. Yalnız ortaya çıkmış hali tespit ediyor' diyerek aynı konuya dikkatleri çeker.
Yeni devletin idare şekli olarak kabul edilen Cumhuriyet daha sonra kabul edilen Anayasaların kesin hükmü haline getirilir. Bu ilkenin bir anayasa değişikliği ile dahi değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği hükme bağlanır.

Milli Devrim ve Cumhuriyetin Temel Felsefesi
19 Mayıs'ta başlayan 'Milli Devrim Hareketi' ve 22 Haziran 1919'da Amasya Tamimi sonucu başlayan ulusal mücadeleyle, Atatürk devrimlerine girişilmiştir. Bu eylemler sonunda Kurtuluş Savaşı'yla, 30 Ağustos 1922'de kazanılan 'Zafer', kişisel egemenlik yerine, ulusal egemenliği kanla kesinleştirerek tarihe kaydetmiş, Lozan'da da bu sonuç, bütün dünyanın kabulünden geçirilerek içte ve ayrıca Batıya karşı da hukukileştirilmiştir. Saltanat idaresinin ve Hilafetin kaldırılması sayesinde, bütün kuruluşlarıyla güya 'Dinden' beslenen düzen tarihe karışmış, öte yandan Türk Milleti'ni her bakımdan tutsak ederek uygarlıkta ve refahta ilerlemesini önleyen içten ve dıştan etkili bütün kurumlar ve etmenler kaldırılarak, 'Laik' ve 'Halkçı' Cumhuriyet yönetimi kurulmuştur. Bu, Türk ulusunu, yeni kurumlar sayesinde esaslı olarak çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırma çabasının ilki olduğu kadar, temel nitelikteki 'Devrim Hareketi' ve 'Devrim Hedefi' dir.
Atatürk'e göre; 'Türk Milleti'nin varoluşunda etkili olduğu görülen doğal ve tarihi olaylar, altı öge halinde sıralanabilir. Bütün milletler, tüm olarak aynı koşullar altında kurulmuş olmadıklarına göre, Türk milletinde gördüğümüz gibi, diğer her millet ayrı olarak düşünülmedikçe milliyet fikrini genel ve teknik olarak tanımlamak güçtür. Türklerin her şeye rağmen, bütün dönemlerde milli birlik ve dayanışma ile bağlantılarının saklı kalması, yok olmaması, hemen sürekli muharebe halinde bulunmasındandır. Son devrim yıllarındaki birlik kuvvetinde, muharebe halinde bulunmasının etkisi önemlidir.'
Atatürk, koşul ve gereklere uygun olarak, 'Devrim' içindeki reformları atılımlar veya evrim ruh ve yöntemine uygun olarak yapmaktadır. Atatürk Devrimi, maddi ve manevi alanda; 'Devlet ve hükümet kuruluşları, toplum düzenlerinin bazıları, sosyo-ekonomik düzen ve ilişkiler, milli hukuk, ulusal yaşam ve anlayış, toplumsal ilişkiler ve çıkarlar' gibi Devlet-Millet yaşamıyla bunların varlığının tüm olarak köklü değişimi şeklinde uygulamış ve sonuçlandırmıştır.