'Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?'diyor, Nazım Hikmet, Abidin Dino'ya bir şiirinde.

Mutluluğun resmini!

Her şeyin resmini yapabiliyorsun.

Peki ya mutluluğun resmini?

Onu da yapabilir misin?

Ah, ne çok mutluyuz hepimiz, ne çok mutlu!...

Fakat, hangimiz itiraf edebiliriz, her şeyin dışarıdan göründüğü gibi ya da bizim dışarıya gösterdiğimiz gibi olmadığını?

***

Tekerlekli iskemlede…

On sekiz yaşlarında bir genç kız.

İnce, uzun boylu; beyaz tenli, kumral…

Dünyalar güzeli bir genç kız. öyle güzel ki...

Ve öyle de masum. Yeni doğmuş bir bebek gibi.

Yanındaki bakıcısı mı, kardeşi mi?..

Toka alıyor ona.

Tanesi elli kuruşa…

Bakıcısı ya da kardeşi olan kız, onunla sürekli konuşuyor.

Soruyor;

'Bunu mu istiyorsun, beğenmedin mi, şöyle bir şey mi istiyorsun?...'

İskemledeki genç kız ise, yalnızca garip sesler çıkarıp ağzını, yüzünü, bedenini şekilden şekle sokarak kasılıyor, kıvranıyor.

Kendisiyle sürekli konuşan kızı anlıyor mu?

Anlamıyor.

Anlıyorsa bile, bir tek kelimeyle olsun cevap veremiyor ona.

'Onu değil, bunu istiyorum,' diyemiyor.

Peki ya çıkardığı sesler?

Çıkardığı sesler…

O ürpertici çığlıklar; mutluluğun sesleri mi, yoksa acının…

Kederin…

Hüznün sesleri mi?

Bunu kestirmek güç…

***

Ve o genç kız…

Tekerlekli sandalyedeki o genç kız öyle güzel ki…

'Ne doğada, ne sanatta ondan daha güzeli yok.'

Bedenindeki kasılmalar bir dursa…

Bir kalksa ayağa…

Bir durabilse yaşam karşısında ayakta, dimdik…

***

Onlarla birlikte pek çok kişi var tokacıda.

Tanesi iki üç liraya birkaç yeni toka alıp mutlu oluyorlar.

Fakat o…

O masum çocuk…

O genç, o dünyalar güzeli kız; mutluluğun ne olduğunu biliyor mu acaba?

Yaşamın ne olduğunu…

Yaşamın tadını biliyor mu acaba?

Yanındakinin; bunu mu istiyorsun, yoksa bunu mu diye gösterdiği her tokada attığı çığlıklar…

Çıkardığı o ürpertici…

İnsanın tüylerini diken diken eden o sesler mutluluğun sesi mi, yoksa yaşam karşısındaki hüznün, çaresizliğin, kederin sesi mi?