Cumhuriyet'i 'egemenlik ulusundur' kavramıyla öğrenmiştik.
'Egemenlik sarayındır' denildi.
Cumhuriyet kurumları 'liyakat' ekseninde oluşurdu.
'Saraya sadakat' benimsendi.
'Laiklik' eleğinden geçirilmiş bilimsel ve çağdaş bir eğitim sistemimiz olmasını arzuluyorduk.
'Tarikat egemenliği'ne dayalı eğitim sistemine geçildi.
Çocuklarımızın 'eleştirel düşünce' çizgisinde yetiştirilmesini istiyorduk.
'Ezbere dayalı dogmatik' bir eğitim anlayışı dayatıldı.
Türk Dil Kurumunun 'Türkçe'yi yabancı Arapça ve Farsça kelimelerden arındırmasını, atalarımızın dili olan saf ve temiz Türkçe'nin yüceliğini ortaya çıkarmasını arzuluyorduk.
Zamanında sadece saray yakınında kullanılan, halkın anlayamadığı 'Osmanlıca' denilen yapay dilin kuyruğuna yapışıldı.
'Çağdaş ve bilimsel sağlık kurumları'nın oluşturulmasını, halka ücretsiz ve yerinde hizmet verilmesini istiyorduk.
'Hacamatçılık, sülükçülük, üfürükçülük' popüler kılındı.
***
Cumhuriyetin sanayide, tarımda, ulaşımda ve diğer ekonomik üretim alanlarında oluşturulacak güçlü ekonomik kurumlarla büyüyeceğine inanıyor, bu tür yatırımları destekliyorduk.
Bu kurumların haraç mezat satılışı, toplumu kılcal damarlarına kadar sömüren vahşi kapitalist yatırımlar ve dünya kadar döviz ödenerek ülke topraklarında yapılan serbest pazarlama alkışlandı. Birkaç yandaş zenginleşirken, halk fakirleşti.
Cumhuriyetin en küçük kazanımlarını gözümüzden sakınır, üzerine titrerken;
Halka ait (tarihi yapı, fabrika, toprak, arazi, maden, orman, dağ, tepe, deniz, göl, nehir, dere…) ne varsa yandaş özel şirketlere pervasızca satılıp talan edilmesi desteklendi.
***
Çağdaş medeniyetlere ulaşma hayaliyle gecesini gündüzüne katan, tüm zor şartlara göğüs gererek ülkenin her karış toprağında hizmet etmeyi ilke edinmiş öğretmen, doktor, ebe, sağlık memuru, ziraat mühendisi, veterinerlik gibi mesleklerin adsız kahramanlarıyla gurur duyardık.
Kurumlar işlevsizleştirildi; meslekler ücretli-sözleşmeli potasında eritilerek sadece yandaşlara oy karşılığı açılan kapı haline getirildi. Özelleştirme yoluyla kurumlar kapitalizmin kucağına bırakıldı. İdealist insanların önlerine set çekildi.
Yargının üstünlüğüne inanıyor, her türlü sorun karşısında (devlete karşı olsa bile) 'Ankara'da hakimler var!' diyecek kadar kendimizi eşit ve güvende hissediyorduk.
Hukuka göre değil, bir kişinin dudaklarının arasından çıkacak yoruma göre karar veren yargının oluşmasının yolu açıldı.
Adalet ve eşitlik kavramları 'reis bilir' yalakalığına kadar indirildi.
***
Arap Yarımadası'ndan esen yelin esrikliğindeki birkaç kendini bilmezin Cumhuriyet'in değerlerine karşı pervasız karşıtlığını gördükçe;
Halkın yüreğindeki Atatürk sevgisi büyüdü, Cumhuriyet'e bağlılık arttı.
Bayram kutlamalarını önemsizleştirmeye, işlevsizleştirmeye çalıştıkça;
Eskiden asık surat ve ciddiyet sosuna yatırılmış; kapalı salonlarda, kurum bahçelerinde komuta dayalı kutlanılan sıkıcı resmi bayram törenleri;
Yediden yetmişe, her sosyal tabakadan, her inançtan, her siyasi görüşten cumhuriyetin bekçisi, savunucusu yurttaşların katılımıyla sivilleşti; şarkılarla, danslarla, şenliklerle kutlanır oldu.
Birileri Atatürk'e ve devrimlerine saldırdıkça Atatürk'e sahip çıkanlar çoğaldı.
***
Atatürk ve Cumhuriyet sevgisi,
Birkaç siyasi kibirlinin, birkaç asık surat bürokratın güdümünde değildi, olamazdı zaten.
Her bayram yoklamaya raporlu yazılanlar; ayaklar altına aldıkları milliyetçiliğe sarılmaya, kulağa hoş gelen mesajlar vermeye, en önde yürümeye başladılar artık.
İnsan hatırlamadan edemiyor da(!); bizim literatürümüze göre, milli bayramlarda siz-biz ayrımı, ötekileştirme olmaz.
Cumhuriyet birlikte kazanılmış en yüce değerdir ve birlikte yaşatılması gerekir.
Her 29 Ekim'i bir öncekine göre daha coşkulu ve birlikte yaşıyoruz.
Hepimizi bir araya getirdin;
Ne güzelsin Cumhuriyet!