John Fante!
John Fante'yi dünya edebiyatını Bukowski tanıttı.
Yer altı edebiyatının en ahlaksız ve en şanslı yazarı Bukowski!…
Açlık ve sefalet içinde yaşadığı bekar odalarından, John Fante'yi taklit ederek…
Ve biraz da kadınları kullanarak yazdığı hikayeleriyle jakuzili, havuzlu lüks bir hayata sıçradı.
At yarışı oynamaktan dönerken bozulan arabasını tamirhaneye bıraktığında, kendisini evine getiren tamirci çırağı;
'Burada mı oturuyorsun? Vay be! Bura ev değil malikane!' demişti.
Ünlü bir yazardı artık ama tamirci çırağı onu tanımıyordu.
O da buna sığınarak, hayatını kazanmakla meşgul olan delikanlıyla dalga geçmişti,
'Hayır evlat! Ben burada çalışıyorum sadece!' diye.
***
John Fante!
'Üzümün Kardeşliği' romanının yazarı…
Çok romanı var Fante'nin.
Ne yazdıysa hepsini okudum.
Ama beni en çok etkileyen romanı 'Üzümün Kardeşliği' olduğu için, 'Üzümün Kardeşliği' romanının yazarı, diye yazdım.
'Toza Sor' mesela…
Sonra,
'Bahara Kadar Bekle Bandini.'
'Bunker Tepesi Düşleri.'
'Roma'nın Batısı.'
'Gençliğin Şarabı.'
'Büyük Açlık.'
'Hayat Dolu.'
Ve diğerleri…
'Bunker Tepesi Düşleri'ni de hastanede yazmıştı.
***
Çok talihsiz bir yazardı Fante.
Hakkı yenmiş, talihsiz bir yazar…
1955'te, 'Üzümün Kardeşliği' romanının kahramanı gibi, şeker hastalığına yakalandı.
1978'de hastalığın etkisiyle gözlerini kaybetti.
Son romanı 'Bunker Tepesi Düşleri'ni 1982'de hastanede yazdı.
Ölmeden önce yazdığı son romanı…
1983'te öldü.
Bu son romanını yazdığında gözleri görmüyordu.
Kolları, bacakları kesilmişti, şeker hastalığı nedeniyle.
Ölmek üzereydi!
Bu haldeyken insan nasıl yazabilir?
Yazdı.
Refakatçi olarak yanında kalan karısı Joyce'a söyleyerek yazdı, 'Bunker Tepesi Düşleri'ni.
Yazmak böyle bir tutku işte!
Böyle bir hastalık!
***
Gazetenin Yazı İşleri Müdürü aradı. Yazı İşleri Müdürü dediğime bakmayın. Gazetecilik okumuş, genç bir kızcağız.
Ve öyle iyi niyetli, öyle samimi ki müdürlüğünü henüz görmedik!...
Sokağa çıkma yasağı nedeniyle gazetenin hafta sonu çıkmayacağını söyledi.
'Hafta sonundaki yazınızı hafta içine alalım mı?' diye sordu.
Benim de içimde bir tereddüt… Bir kararsızlık…
Ne zamandır, yazmaya devam etmekle etmemek arasında gidip geliyorum.
Saldığı ölüm korkusuyla insanları evlere kapatan şu virüsten sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı söyleniyordu hep.
Oysa daha şimdiden hiçbir şey eskisi gibi değil.
Hiçbir şeyin tadı tuzu, anlamı kalmadı.
Okumanın, yazmanın…
Yaşamanın!