Ülkemizde Covid- 19 Salgınının yarattığı sorunlar ve tartışmalar, 2020- 2021 Eğitim ve Öğretim Yılının başlaması üzerine yeniden depreşti…

Diğer yandan, ülkemizde son yıllarda artık iyice azgınlaşan 'totaliter sistem virüsü' de demokrasimizi hoyratça kemiriyor… Hatta 'Covid- 19 ortamını totaliter sistem fırsatına dönüştürmenin ince uygulamaları yapılıyor…'

Bu arada, ülkemizin süreğen sorunu olan 'siyaseti ayrımcılık üzerine sürdürme hastalığı' iki salgını da körüklüyor…

Böylesine tehlikeli salgınlara karşı aklın ve bilimin önerdiği tüm çözümler için öncelikle 'birlik' gerekiyor.

Covid- 19' a karşı: 'Sağlık için birlik…', Totaliter sistem virüslerine karşı: 'Demokrasi için birlik…'

Çok çetrefilli olan bu alandaki sorunları ve önerileri bir köşe yazısına sığdırmak elbette mümkün değil. Biz bugünkü konumuzu 'Eğitim işkolunda sendikal birlik sorunu' ile sınırlamaya çalışacağız.

EĞİTİM SENDİKALARIMIZDA 'BÖLÜNMÜŞLÜK SALGINI'

Söze çağımızda artık savsöz olmuş bir cümleyle başlayalım: 'Sendikalar demokratik toplumunun temel unsurlarıdır…'

Bu savsözün doğruluğuna inanmayanlara ya da umursamayanlara bizim söyleyecek sözümüz yok. Sözlerimiz, bu savsözü doğru bulup da eğri davrananlaradır…

Toplumbilim öğretisinde ve çağdaş toplumlarda 'sendika' denilince ilk akla gelen temel ilkeler şunlardır:

* Sendika, temel insan haklarından olan 'örgütlenme hakkı' çerçevesi içinde yer alan bir meslek örgütüdür.

* 'Sendikal Birlik': Bir sendika işkolundaki çalışanlar arasında etnik, dinsel, cinsel, düşünsel hiçbir ayrım gözetemez; işkolundaki çalışanların tümünü ya da çoğunluğunu sendika üyesi yapmak durumundadır.

* 'Sendikal Bağımsızlık': Bir sendika devletten, işveren örgütlerinden, etnik ve dinsel yapılanmalardan ve tüm siyasal partilerden (ister iktidarda, ister muhalefette olsunlar) 'bağımsız olmak' zorundadır…

İnsanlığın demokrasi mücadelesi sürecinden süzülerek gelen ve günümüzdeki uluslararası sözleşmelere yansıyan 'sendikal haklar ve özgürlükler', bu üç temele dayalı olarak yükselmektedir.

*****

Oysa ülkemizdeki işçi ve memur sendikalarına 'konfederasyon' bazında baktığımızda:

  • İşçi sendikalarının TÜRK- İŞ, HAK- İŞ, DİSK adları altında; memur sendikalarının da MEMUR-SEN, TÜRKİYE KAMU-SEN, KESK, BİRLEŞİK KAMU-İŞ adları altında parçalı olarak örgütlendikleri…
  • Konfederasyonların toplam üye sayılarının çok yetersiz (14 milyona yakın işçiden ancak 2 milyona yakın sendika üyesi; 2 milyon 500 bin memurdan ise 1 milyon 770 bin civarında sendika üyesi ) olduğu…
  • İşkolu düzeyindeki sendikal örgütlenmelerinde parçalanmışlığın daha da arttığı görülüyor...

Kamu Görevlileri Sendikaları 'Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri İşkolunda' sendikal örgütlenme ise tam anlamıyla 'paramparça' ve içler acısı bir durumda:

  • Ülkemizde eğitim işkolunda kurulmuş '50 civarında' eğitim sendikası var.
  • İşkolundaki 4 büyük sendikanın yaklaşık üye oranları (Eğitim Bir- Sen 34, Türk Eğitim- Sen 17, Eğitim- Sen 6, Eğitim- İş 4) toplam % 62civarındadır ve hiçbiri tek başına çoğunluğa sahip değildir.
  • Ne yazık ki bu sendika çokluğunun altında 'mesleksel değil; etnik, dinsel ve siyasal farklılıklar' yatmaktadır.

Ülkemizde ise iki korkunç salgın ortalığı yakıp kavuruyor. Eğitim sendikalarına hiç sormadan sarayın tepesinden inme talimatlarla 'Okullar açılıyor, uzaktan eğitim ya da yüz yüze eğitim' gibi çok önemli kararlar alınıyor.

Oysa okulların çoğunda koruyucu sağlık hizmetleri yeterli değil. Milyonlarca eğitimci ve öğrenci altyapı yetersizliğine rağmen uzaktan eğitime adapte olmaya çalışıyor. Evinde interneti ve televizyonu olmayan öğrencilerin sayısı ise 6 milyon civarındadır…

Üstelik otoriter sistemin MEB' i tarafından eğitim çalışanlarının kazanılmış bazı özlük ve ekonomik hakları yok edilmeye çalışılıyor…

Böylesi tehlikeli salgınlara karşı bile 'eğitim işkolundaki 4 önemli sendika bir araya gelerek; bırakın ortak eylem yapmayı, ortak basın açıklaması bile yapamıyorlar…'

Her sendikanın kendi çapında yaptığı kamuoyu açıklamaları ise 'salgınların karanlık ortamında kaybolup gidiyor…'

Eğitim sendikalarımız, varlık nedenlerini tehdit eden salgınlara karşı mutlaka 'birlik' olmak durumundadırlar.

'KAMUSAL EĞİTİMDEN VAZGEÇİLEMEZ…'

Ülkemizin başına çöken Tek Adam Sisteminin eğitim politikasının ta başından beri, 'Eğitimin içeriğini dinselleştirme, uygulanmasını da dinci vakıf, dernek ve şirketlere devretme…' eğiliminde olduğu açıkça görülüyor, biliniyor.

Bu nedenlerle ülkemizde salgın sonrasında eğitim alanında karşımıza şöyle bir tablo çıkabilir:

  • Mevcut iktidar fırsatı ganimet bilerek; 'eğitimi dinselleştirme ve piyasalaştırma uygulamalarını hızlandırabilir…'
  • MEB bütçesi ciddi oranda kısıtlanabilir…
  • MEB okullarında eğitimin kalitesinin düşmesi, ekonomik durumu uygun olan yurttaşları özel okullara sevk edebilir…
  • Ve 'eğitim birliğimiz' darmadağın olabilir…

Ancak her türlü olumsuzluğa karşın, kamusal eğitimin güçlü bir dayanağı var: 'Kamusal eğitimi korumak ve geliştirmek çağdaş sosyal devletin temel görevlerinden birisidir; bu görev savsaklanamaz, devredilemez ve asla vazgeçilemez…'

Kamusal eğitim görevinin önemli bir boyutu da 'belediyelere' düşmektedir…

'Laik, demokratik, bilimsel ve kamusal eğitime aykırı uygulamalara karşı birlik içinde direnç gösterilmemesi'; yerel yönetimlerin ve sendikaların meşruiyetini de yok edebilir…
*****

TALİP APAYDIN'A SAYGILARIMIZLA…

Köy Enstitülü eğitimci, yazar ve öğretmen örgütçüsü Talip APAYDIN ağabeyimizin ölümünün üzerinden 6 yıl geçti…

Kendisiyle 1970'te Amasya'da tanıştığımız, daha sonra EĞİT- DER etkinlikleri için Eskişehir'e geldiği günlerde evimizde konuk etmekten onur duyduğumuz o apaydın insanın sıcaklığı benim ve eşimin anılarında yaşıyor, yaşayacak…

Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla, birlikte…