'Diyelim ki elma dolu bir poşet var. Ben sana elmalardan hangisini istediğini sorsam sen ne diyeceksin?'
'En büyüğü derim, ne diyeceğim!'
'Olmadııı, kibar olmak için en küçüğünü isteyeceksin!'
'İyi de kibar olacağım diye, yalancı olmam doğru mu?'

***

Antik çağlardan bu yana değişmeyen gerçek, hayatımızda 'yalan'ın varlığı ve toplum nezdinde gördüğü itibardır.
Çevremize tarafsız bakabilirsek eğer, doğruyla yanlışın birbirine karıştığı bir dünyada yaşamakta olduğumuzu görürüz.
'Sosyal çevre' diye tanımlanan, saflığını yitirmiş hayatın içinde doğru ile yanlış aynı tezgahta pazarlanıyor ne yazık ki!
Kimse farkında değil ama…
'Doğrunun ölümü, güvenli toplum hayatının da ölümüdür.'

***

Önce aklımızı, sonra da duygularımızı çıkarların hizmetine sunduk.
Karışınca doğru ile yanlış birbirine; samimi olanla, samimiyetsizi/samimiyet gösterisi yapanı da birbirinden ayıramaz olduk.
Bu konuda kaygı taşımayan, görünenle yetinen insanların boş bakışlarını gördükçe, insanın aklına başka bir soru geliyor.
Bile bile yanlışı kabullenen/alkışlayan bu insanlar için,
Samimiyet ile samimiyetsiz olanı ayrıştırmak gerekli mi?

***

Sosyal hayatımızdaki insanlara bir bakalım. İlişkilerinde kibar ya da asil görünümlü erkeklerin kabul gördüğünü hemen fark edebilirsiniz. Özellikle özür dileyebilen, espri yapabilen, gözünü karşısındakine dikip kompliman yapabilenler revaçta şimdi.
Öte yanda; Türk filmlerinden çıkmış kahraman edalı, ağlamayacak kadar sert görünümlü, nobran, inat, dili kırıcı, maço tabir ettiğimiz insanlar da var.
İşine hangisi geliyorsa, onu öylece kabullenen insanlar, bu davranışların samimiyetini sorgulama ihtiyacı duyuyorlar mı acaba?

***

Bana göre, doğal olmadığı çok açık olan bu iki davranış türünü sergileyenler, geçmişlerinde yer alan rol modellerinin basit birer taklidi.
Beyne kazıdıkları rollerini, ortamdaki 'çıkar senaryosu'na uygun şekilde oynama ihtiyacı duymaktalar.
Yoksa siz; 'kalabalık efesi'nin, yalnız kalınca yalvar yakar olduğuna; ya da 'ortam kibarı'nın, çevresine dönünce ağzını nasıl bozduğuna hiç tanık olmadınız mı?
Aslına bakarsanız, 'modası geçmiş maçoluk ve nazenin kibarlık', bulunulan ortamda 'ben de varım' demenin, statü aramanın samimiyetsiz bir yolu değil mi?
Ortamdaki çıkarlarına ulaşamasınlar hele de, o zaman görün siz;
'Kibarın nobranlığını, maçonun ağlaklığını!'

***

Göz önünde bulunan bazı devlet, fikir, sanat adamlarının, 'demokrasi, insan hakları, adalet, eşitlik, birlik, beraberlik, dayanışma' gibi konularda söylediklerini duyunca; hiç de samimi görünmeyen kıpkırmızı suratlarıyla, kendilerini zorlayarak konuştuklarını hissedince kalemimden dökülüverdi bu yazı.
Hadi onlar 'doğru-yanlış tezgahının pazarcıları' diyelim. Biz müşteri olarak, onların sattığı yalanları ve samimiyetsizlikleri almak zorunda mıyız?
Pazardaki samimiyetsizlik karşılıklı galiba!
'Samimiyet dilde değil, kalptedir.'

***

Erzurumlu çalışmak için gittiği İstanbul'dan memleketine geri dönünce şöyle demiş:
'Hanım, İstanbul'da kadınların üslubu çok değişik; yumuşak, kibar. Akşam kocası eve gelince İstanbullu kadın diyor ki: Hoş geldin, sefa geldin, nasılsın, üşüdün mü?'
Kadın 'mesajı' almış. Ertesi gün, Erzurum kar buz içinde. Akşam kocası eve gelmiş. Karısı güler yüzle kapıyı açmış:
'Hoş geldin, sefa geldin, nasılsen eyi misen herif? Çok mu üşüdün? İt gibi titrirsen!'

***

Üslup.... Yılların alışkanlığı, fıtratta var! Değiştirmek kolay mı?
O nedenle var olan doğrunun da, mutlaka ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.
Ne diyordu Atatürk, Kastamonu konuşmasında:
'Samimiyetin dili yoktur, o gözlerden anlaşılır.'